DerlediklerimizGüncel

ERGİN YILDIZOĞLU | “Yükselen” piyasalar iki ateş arasında

Asalak bir sınıfın egemenliği, ülkenin ekonomik-toplumsal krizini, işsizliği, yoksulluğu arttırarak derinleştirmeye devam ediyor.

“Küreselleşme” sürecinde uluslararası mali sermayenin kullanımına sonuna kadar açılan “yükselen piyasalar” şimdi, gıda fiyatlarındaki artışlar, tedarik sorunları ile aşırı borçlanmadan kaynaklanan risklerin arasında türlü krizlere gebe. Bu ekonomilerin en kırılganlarından biri de Türkiye.

Gıda fiyatlarında ani artış = toplumsal kargaşa

Tarihsel deneyler bize, gıda fiyatlarında ani artışların toplumsal kargaşaya, hatta ayaklanmalara yol açabildiğini gösteriyor.

Foreign Policy’de geçen hafta yayımlanan bir araştırma, üç noktaya dikkat çekiyordu.

Birincisi, Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’nün dünya gıda fiyatları indeksi, 2015’ten bu yana artıyor. Bunu tahıl ve et fiyatları indekslerinden de izlemek olanaklı.

İkincisi, gıda fiyatlarında 2010-12 yılları arasında yaşanan hızlı artışlar, Arap Baharı denen toplumsal olaylara yol açmıştı. Üçüncüsü, genelde dolar üzerinden belirlenen gıda fiyatlarında yaşanan ani artışlarla, ABD Merkez Bankası’nın (Fed) genişlemeci para politikaları arasında doğrudan bir ilişki gözleniyor.

2007/8 de patlak veren Finansal Krize cevap olarak Fed parasal genişleme politikalarıyla dünya piyasalarına dolar basınca, gıda fiyatları hızla artmıştı. Araştırma, Fed’in, koronavirüs salgınına karşı, öncekinin boyutlarını çok aşan bir parasal genişleme politikası uygulamaya başladığına dikkat çekiyor.

Gıda fiyatlarında 2015’ten bu yana yaşanan artış trendinin üzerine koronavirüs salgınının getirdiği üretim ve tedarik sorunları da eklenince, bir açlık krizi olasılığı artıyor.

Ekonomiler “kapanırken” başlayan tedarik zinciri ve üretim aksaması sorunlarına ek olarak, ekonomiler açılırken aniden artacak talebin, fiyatlar üzerinde ek bir basınç oluşturması da bekleniyor.

Özetle, gelişmekte olan ülkelerin egemen sınıflarını ve yönetici seçkinlerini zor günler bekliyor. Halk sınıflarını da haklarını, özgürlüklerini genişletmek için yeni fırsatlar…

Borç krizi riskleri

Finansal krizle başlayan dönemde, Fed’in parasal genişleme politikaları gıda fiyatlarını artırırken, yükselen piyasalar merkez ülkelerde kaçarak yeni olanaklar arayan finansal sermayenin hareketlerinden yararlandılar; ekonomik büyümeyi ve tüketimi ucuz yabancı krediyle desteklediler hatta körüklediler.

Küresel ekonomik yavaşlama, “ticaret savaşları” ortamı bu eğilimi tersine çevirmeye başlamıştı; koronavirüs salgını krizi bu eğilimi belirgin biçimde güçlendirdi. Mart ayında bir Bank of America raporu, uluslararası fonların, “yükselen piyasalardan” çıkmaya başladığını, dört haftada 48 milyar doların daha güvenli piyasalara kaçtığını aktarıyor, bu çıkışın gelecek 12 ay boyunca hızlanmasını bekliyordu.

Financial Times da “yükselen piyasaların” bonolarında değer kaybının, bu yılın ilk dört aylık döneminde yüzde 15 ile, 2008 krizinin zirvesindeki gerilemenin iki katına ulaştığını aktarıyor.

Moodys’in bir analizine göre, gelecek 12 ay içinde yükselen piyasaların paraları değer kaybetmeye devam edecek, bonolarda temerrüde düşme oranı yüzde 13’ün üstüne çıkabilecek.

Yükselen piyasalarda borç krizi olasılığını araştıran bir çalışma (Das, Kalemlı-Özcan, Puy, Varela: Project Syndicat, 20/05/2020), ülkeleri, hane halkının ve mali sektör dışı firmaların toplam döviz borcunun, gerek ülkenin toplam borcuna gerekse de GSH’ye oranları açısından sıralıyor.

Bu sıralamada, Türkiye Meksika’nın arkasından en borçlu 2. ülke olarak yer alıyor. Çalışmadaki verilerden, Türkiye’de sanayinin döviz borcunun, inşaat sektörünün borcunun yaklaşık 3 katına, finansal sektör borcunun da sanayininkinin yaklaşık iki katına ulaştığı görülüyor.

Bu görüntü, benim yıllardır vurguladığım savı destekliyor. Siyasal İslamın, rant bölüşümüne, gasp-komisyon-rüşvetle servet üretmeye dayalı ekonomi politiği, kaynakları artık-değer üretimi devrelerinin dışına çıkararak (istifleyerek), ülke kapitalizminin krize uyum sağlama, mücadele kapasitesini zayıflatıyor.

Dış kaynak girişine bağımlı ekonomide, TL değer kaybederken ısrarla izlenen düşük faiz politikası, rant kaynağı inşaat sektörünü destekliyor, ama artı-değerin ağırlıklı olarak üretildiği sanayi sektörünün, dış borç ödeme kapasitesini zayıflatıyor.

Asalak bir sınıfın egemenliği, ülkenin ekonomik-toplumsal krizini, işsizliği, yoksulluğu arttırarak derinleştirmeye devam ediyor.

(Kaynak: Cumhuriyet. 25 Mayıs 2020)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu