GüncelMakaleler

SENTEZ | İbrahim Kaypakkaya’nın İşkencede Katledilişinin 50. Yılı Üzerine! “Hesaplaşma, Kopuş ve Yeni Bir Yol!”

"50. yıldönümü bir örgütlenme çağrısı olarak kavranmalıdır. Örgütlenmekten kastımız yeni kitlelere ulaşma ve örgütleme, her bir yoldaşın bulunduğu konumdan, örgüt ortamından bir adım daha öne çıkarma, daha fazla örgütlenmesidir"

2022 yılı proletarya partisinin 50. mücadele yılıydı. Bu süreç Partizan tarafından bir kampanya olarak ele alındı ve devrimci demokrat kamuoyunda belli bir karşılık buldu. Başta coğrafyamız olmak üzere Rojava ve Batı Avrupa’da kampanya çerçevesinde önemli çalışmalar gerçekleştirildi. Ülkemiz sınıf mücadelesi pratiği içinde koşullar da dikkate alınarak, örgütlediğimiz her eylem ve etkinlikte belli oranda yer buldu. Elbette süreç kendi başına bir yıldönümü olarak değil esas olarak sınıf mücadelesi pratiği içinde kitlelerle ilişki kurmak, var olan ilişkilerimizin ise daha üst bir seviyeye çıkartılması hedefiyle ele alınıldı.

Bu çalışma sırasında belli bir kitleye ulaşıldığını ifade edebiliriz. Örneğin birçok bölgede 7-8 ay sürekli bir pratik içinde, kolektifimize emeği geçen emektarlarımıza ulaşıldı. Tek başına bu bile kampanyamızın önemli kazanımları arasındaydı. Çeşitli etkinlikler vesilesiyle çevremizdeki kitleyle doğrudan ilişkilenerek, ev ve iş yerleri ziyaret edildi. Rojava alanında örgütlenen kitlesel etkinlikler ve askeri eylemler önemliydi. Yine enternasyonal alanda önemli sayıda kardeş kurum ve devrimci örgütle ilişkilenmek hedeflerimiz arasında yer alıyordu.

2023 yılı ise Türkiye proletaryasının önderi İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin 50. yıldönümüdür. İbrahim Kaypakkaya elli yıl önce, 18 Mayıs 1973 tarihinde Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

O, işkencede direndi. Komünist bir önderin sınıf düşmanları karşısında göstermesi gereken direnişi gösterdi. Onun bu direnişi 50 yıldır yoldaşları ve devrimciler tarafından örnek alınmakta ve sahiplenilmektedir.

Kaypakkaya, faşist diktatörlük tarafından sadece direndiği için katledilmedi. Elbette devrimci mücadele içinde ve özellikle de 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cuntası döneminde direndikleri için yüzlerce devrimci işkencede katledildi. Yine aradan geçen zaman diliminde işkencelerde devrimciler katledilmeye devam etti. Günümüzde ise esas olarak doğrudan işkence ile katletmekten ziyade (ki bu yöntem de “gerektiği”nde kullanılmaya devam etmektedir) hapishanelerde sağlık sorunları yaşayan devrimci tutsakların tedavi edilmeyerek ya da “infaz ertelemesi” adı altında tahliye etmeyerek katletme pratikleri devam etmektedir. Bu, TC devletinin faşist niteliğinin doğrudan ürünü ve bir “siyaset” yöntemidir.

Kaypakkaya’nın işkencede katledilmesinin kimi “özel” nedenleri vardır. Bu özel nedenlerin arasında onun örneğin Kemalizm ve ulusal sorun hakkında ileriye sürdüğü tezler gelmektedir. Onun görüşlerinin TC devleti tarafından “ihtilalci komünizmin en tehlikelisi” olarak görülmesi ve elbette, devletle uzlaşmamasıdır. Kaypakkaya’nın son yazısı olan “savunma taslağı” incelendiğinde görülecektir ki, eğer Kaypakkaya mahkemeye çıkarılsaydı, TC faşizmi daha kapsamlı bir hesaplaşma içine girecekti. TC, bu yargılanma riskini görmüş ve kendisi açısından tehlike oluşturmaya devam eden bu genç komünist önderi katletmiştir.

Kaypakkaya’nın katledilmesinin 50. yıldönümünde onu gerçek anlamda anmanın, onun fikirlerinin kavranması ve daha da önemli olarak komünist tezlerini ileriye sunmasının devrimci yöntemini kavramak önemlidir. Bu nedenle Kaypakkaya’nın komünist tezlerini ileriye sürdüğü koşulları iyi anlamak gerekir.

 

Kaypakkaya’yı ortaya çıkartan şartlar

Paris Komünü’nün ilk proletarya diktatörlüğü olarak dünya sahnesine çıkması ile Avrupa burjuvazini büyük bir korku sardı. 1848 yılında Marks ve Engels tarafından yayınlanan Komünist Manifesto’nun Avrupa ve dünyada yarattığı büyük yankının ardından, 1864 yılında Marks ve Engels tarafından kurulan İşçi Birliği’nden yedi yıl sonra 1871’de Paris Komünü’yle ilk proletarya diktatörlüğünün hayat bulması dünyada yeni bir çığır açtı.

Paris Komünü’nden 46 yıl sonra 1917 Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’yle proletarya bu sefer Rusya’da iktidarı ele geçirdi. 1917 Ekim Sosyalist Devrimi, Rusya sınırlarını aşarak dünya çapında yeni bir çağı, emperyalizm ve proletarya devrimleri çağını başlattı.

Ekim Devrimi, dünya çapında işçi sınıfı, ezilen uluslar, Marksizm ve Leninizm’in bilimsel yol göstericiliğinde büyük alt üst oluşlara imza attılar.

Mao Zedung önderliğinde 1949 yılında Çin’de gerçekleştirilen Demokratik Halk Devrimi (DHD) de sömürge ve yarı-sömürge ülkeler için yeni bir devrim strateji olarak tüm dünyada yankısını buldu. Her iki devrim arasındaki fark, Rusya’da devrim doğrudan sosyalizme geçişi hedeflerken, Çin’de ise DHD, sosyalizme geçişi için yeni bir standart oluşturdu. Maoizm, Marksizm Leninizm’in üçüncü nitel aşaması olarak dünya çapında benimsendi ve uygulandı.

1960’ların ortalarıyla birlikte dünyada büyük gelişmeler başgösterdi. 1966 yılında Çin’de Mao Zedung önderliğinde gerçekleştirilen Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin (BPKD) etkisi dalga dalga dünyaya yayılmaya başladı. Mao Zedung’un sosyalizmde “sınıf mücadelesi devam eder” teorik çözümlemesi, ÇKP içindeki yeni burjuva unsurların, sosyalizmden geriye dönüş girişimleri BPKD ile engellenmiş ve bertaraf edilmiştir.  BPKD, birçok ülkede yeni komünist partilerin kurulmasına giden yolu da açtı.

Sınıf mücadelesinin bilimsel yol göstericisi olarak MLM’nin dünya çapındaki etkisi ile 1968 gençlik hareketi, ABD emperyalizmine karşı yiğitçe direnen Vietnam halkı, Latin Amerika’daki halk hareketleri dünyayı da etkiledi. Dünya çapındaki bu gelişmelerin ülkemizi etkilememesi düşünülemezdi. Ülkemizde de 1960’ların ortalarından sonra yeni arayışlar başladı. TİP’in kurulmasıyla legal devrimciliğin Türkiye toplumunu daha fazla ileri götürmeyeceği tartışmaları, radikal devrimci hareketlerin doğuşunun da habercisi oldu. DEV-GENÇ’in kurulması ilk ciddi adım olarak önemli bir devrimci potansiyeli bu oluşum etrafında toplandı. ’71 radikal devrimci çıkışı da bu sürecin gelişimi içinde mayalandı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya, radikal devrimci hareketin temsilcileri olarak Türkiye’de yeni dönemin yolunu açtılar.

Kaypakkaya’yı kendi döneminin diğer devrimci hareketlerinden ayıran iki temel ayrışım noktası şunlar olmuştur; Birincisi; MLM’nin ülkemizdeki temsilcisi olarak Mao Zedung’un sömürge, yarı-sömürge devrim stratejisi olarak DHD ve devrimin yolu olarak da Halk Savaşı’nı benimsemesi çok önemli bir yerde duruyordu.

Kaypakkaya, devrimin proletarya partisinin önderliğinde olmadan başarıya ulaşamayacağını kesin belirlemelerle ortaya koydu. O, TİİKP ile girdiği tartışmada, “partimizin ismi ne olmalıdır?” sorusuna, “Partimizin adı Komünist Partisi olmalıdır” cevabıyla bunu netleştirmiştir. Türkiye devrimci hareketinin Kaypakkaya’ya yaptığı en büyük haksızlıklardan biri de “parti ve devrime hangi sınıfın önderlik edeceği” sorunudur. Kaypakkaya’nın devrimin yolu olarak Halk Savaşı stratejisini benimsemesi, devrimin temel gücünü köylülük olarak ortaya koyması, Kaypakkaya’nın bir “köylü devrimcisi” olduğu haksız eleştirilerine maruz bırakılmasına yol açmıştır. Ancak Kaypakkaya’yı tarafsız olarak inceleyen herkes, Kaypakkaya’nın devrimin öncü gücünün işçi sınıfı olduğu tezini savunduğu sonucuna çok rahatlıkla varabilir.

İkincisi; Kaypakkaya tüm tahlilleri bilimsel araştırmalara dayanmıştır. 15-16 Büyük İşçi Direnişi’ne bizzat katılarak inceleyen Kaypakkaya, bu direnişten büyük dersler çıkardı. Kaypakkaya, ülkemizdeki köylü hareketlerini de incelemiş ve Türkiye devriminin niteliğini bu incelemeler sonucu belirlemiştir. TC devletinin niteliğini, devletin kurucu sınıflarını tahlil ederek senteze ulaşmış ve TC’yi Kemalist faşist bir diktatörlük olarak ortaya koymuştur. Türkiye toplumunu tahlil eden Kaypakkaya, ülkemizin çok uluslu bir ülke olduğunu inceleyerek, Kürt ulusal sorununun DHD ile çözüleceğini bilimsel olarak ortaya koymuştur.

 

“Hesaplaşma, Kopuş ve Yeni Bir Yol” olarak Kaypakkaya

Kaypakkaya’nın katledilişinin 50. yılında vurgulanması gereken en temel mesele onun düzenle olan tüm bağlarını köklü olarak koparmasıdır. Kaypakkaya, bu kopuşu sağlamadan önce, faşist Kemalist TC devletiyle ideolojik ve politik bir hesaplaşmaya girdi. TC devletini oluşturan ideolojik temel Kemalizm’dir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerine kuruldu. Bir ulus devleti olarak 1923 ile beraber oluşturmaya başlayan Kemalist Cumhuriyet, ülkedeki tüm ulus ve azınlıkları yok sayarak, Türklüğü esas almış ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ırkçı ideolojisini topluma kabul ettirmeye çalışmıştır. Yeni Türk burjuvazisi sermaye birikimi için başta Ermeniler olmak üzere Rumlar ve diğer tüm azınlıkların tüm mal varlıklarına ele koydu. İşte Kaypakkaya en başta Yeni Kemalist Cumhuriyetin bu tekçi, ırkçı ideolojisiyle hesaplaştı. Tezlerini Kemalizm incelemesiyle ortaya koydu.

Kaypakkaya, ortaya koyduğu tüm tezlerinin savunuculuğunu düşmanın kendisini en güçlü hissettiği işkencehanelerde de savundu. “Bahsettiğim örgütten kopuk kişisel nitelikteki faaliyetlerim Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Ordusu saflarına katılıncaya kadar sürmüştür. Sonradan katıldığım bu örgütlere girme zamanımı hatırlamıyorum. Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist ve ona bağlı Türkiye İşçi Köylü Ordusu örgütlerinin kimler tarafından kurulduğunu ve yönetildiğini bilmiyorum. Yalnız bu örgüt saflarına katıldığımı ve onu illegal üyesi ve taraftarı olduğumu saklamıyorum. Bu örgüt içerisinde çalışma yöntemim ve örgütün kuruluşuna esas alan düşünceler bahsetmiş olduğumuz yayınlarda geniş ölçüde yer almaktadır. Özellikle Şafak Revizyonizmi Tezlerinin Eleştirisi, Milli Mesele, Türkiye’de Kemalist İktidar Dönemi ve İkinci Dünya Savaşından sonraki gelişmeler ve 27 Mayıs hareketi, Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım başlıkları altındaki kapsamlara imzamı atmaya hazırım. Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist örgütünün görüşleri söz konusu tez ve yazılarda belirtildiği ve önerildiği gibidir. Bunun dışında şimdilik geniş açıklamaya girişmeye lüzum görmüyorum. Bahis konusu örgüt fikirlerini ortaya koyan muhtevayı aynen kabul ediyor ve kendi görüşüm olarak ifade ediyorum. Ben bütün bunları samimiyetle inandığım Marksist Leninist düşünce uğrunda yaptım ve sonuçtan pişmanda değilim. Asla pişman olmadım.” (Sorgu Tutanağı, 21 Nisan 1973)

Evet bu duruş, sınıf düşmanlarıyla ideolojik olarak hesaplaşmadır. Bu hesaplaşma, Kaypakkaya’yı düzenle olan tüm ideolojik ve politik bağlarını kopararak, komünist bir önder olarak kopuşunu da sağlamıştır.

Kaypakkaya kopuşla birlikte yeni bir yol da ortaya koymuştur. Bu yol, Kaypakkaya’nın Türkiye toplumunu bilimsel olarak inceleyerek vardığı sonuçlardır. Yarı-sömürge olan ülkemizin temel çelişkisini emperyalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişki olarak ortaya koymuştur. Ülkemizde devrimin niteliğini DHD olarak belirlemiş ve devrimin yolunu da Halk Savaşı olarak ortaya koymuştur.

 

Ölümsüzlüğünün 50. yılında Kaypakkaya’yı anıyoruz!

Kaypakkaya’nın katledilmesinin 50. yıldönümünde çalışmalarımızı “Hesaplaşma, Kopuş ve Yeni Bir Yol” şiarıyla ele almak önemlidir. Kaypakkaya, ortaya çıktığı döneme kadar kendilerine sunulanla hesaplaşmış ve bir kopuş yaşamış, bu kopuşla yetinmemiş, kopuş içinde kopuş gerçekleştirerek Türkiye devriminin önüne yeni bir yol koymuştur. Bunun dışında Kaypakkaya’yı kitlelere anlatmak eksik kalacaktır.

Türkiye’nin seçim atmosferine girdiği bu dönemde, muhalefetin AKP karşısında Kemalizm’i yeniden kurtuluş olarak gösterdiği böylesi bir politik atmosferde, Kaypakkaya’nın Kemalizm tahlilinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortadadır.  Kemalizm’in ideolojik temeli olan Türkçülüğün TV’lerde nasıl işlendiğini görüyoruz. Kürt ulusunu yok sayan, Kürt dendiğinde köşe bucak kaçan muhalefet partilerinin seçimi kazanmaları durumunda, ülkeye demokrasinin gelmeyeceği açıktır.

Kaypakkaya’nın sadece proletarya partisi açısından değil, Türkiye devrimci hareketi açısından da önemi bilinmektedir. Onun özellikle Milli Mesele ve Kemalizm konusunda ileriye sürdüğü tezler halen ön açıcıdır. Ancak bizler açısından Kaypakkaya yoldaş sadece bu tezlerden ibaret değildir. Kaypakkaya’nın bu meselelerde ileriye sürdüğü tezlerin güncelliğini koruyor olmasının nedeni, onun MLM bilimini derinden kavraması ve bu bilimi Türkiye ve Türkiye Kürdistanı somut koşullarına uygulamasından ileriye gelmektedir.

Kaypakkaya’nın katledilmesinin 50. yıldönümünde onun kurucusu olduğu parti vurgusunun önemini bilince çıkartmanın yanında devrimci yöntemini kavramak belirleyici önemdedir. Kaypakkaya’yı partiden ayıran, “partisiz Kaypakkayacılık” gibi post-modern yaklaşımlara karşı partileşme iddiası önemlidir. 50. yıldönümü bir örgütlenme çağrısı olarak kavranmalıdır. Örgütlenmekten kastımız yeni kitlelere ulaşma ve örgütleme, her bir yoldaşın bulunduğu konumdan, örgüt ortamından bir adım daha öne çıkarma, daha fazla örgütlenmesidir.

Kaypakkaya’nın ardılları, gelinen aşamada sınıf mücadelesinin içinde iddia ve mücadelelerini sürdürmektedir. Yenilgi ve zaferlerle dolu yarım asırlık bir tarihi geride bırakmış durumdayız. Bu tarihin de gösterdiği gibi proletarya partisi Türkiye devrimini gerçekleştirmeye muktedirdir.

Bunun için Kaypakkaya’nın teoride ve pratikte bilimsel yöntemine, çalışma tarzına, pratiğine bakmak ve örnek almak gerekir. Başaracağız ve Kaypakkaya’nın açtığı yeni yolda zaferi kazanacağız!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu