GüncelMakaleler

SENTEZ | Diktatörlerin Surlarını Döven Dev Dalgalar!

Keza İran bölgesindeki diğer ülkelere nazaran kendi köklü bir devrimci geleneğe de sahiptir. Her ne kadar molla devrimi sonrasında acımasız şekilde bastırılmış olsa da bir bütün bitirilmiş değildir.

21.yüzyılın ilk çeyreği bitmeden ve son yirmi yılda yerkürede işçi sınıfı ve ezilenlerin isyan ve devrim türküleri defalarca yankılandı. Nasıl ki yirminci yüzyılın başında insanlık Ekim Devrimi’nin top sesleri ile uyandıysa, içinden geçtiğimiz yüzyılın da daha ilk çeyreği dolmadan yaşanan ayaklanmalar, isyanlar, grevler insanlığın özgürlük umudunun canlı ve bir o kadar da gerçek olduğunu gösterdi.

Devrim heyulası son yirmi yılda yerkürenin farklı coğrafyalarında dolaşmaya devam ediyor. İnsanlık yeni bir yüzyıla girerken yirminci yüzyılın, ağır yüklerini omuzlayarak girdi. Rusya’da Stalin’in, Çin’de Başkan Mao’nun ölümünden sonra yaşanan karşı devrim ve geriye dönüşler, 1990 yılında Rusya’nın yüzündeki sosyalizm peçesini atmasıyla yirminci yüzyıldan geriye koca bir enkaz kaldı.

Emperyalist kapitalist sistem, sosyal emperyalizminin üzerindeki sosyalizm peçesini atmasını kendisi için mutlak bir zafere dönüştürmek için dizginsiz bir saldırı dalgası başlattı. Bunlarda en bilineni elbette ki artık tarihin sonun geldiği, sosyalizm macerasının Berlin duvarının yıkıntıları arasında yok olduğuydu. Başını ABD emperyalizminin çektiği blok, kendilerince dünyayı yeniden parselleyerek yeni bir paylaşım ve yağma harekatının da startını verdi. “Büyük projelerle” Rusya ve Çin’de boşalan alanlara dizginsizce girmeye çalıştılar.

Rus ve Çin emperyalizmin yaşadığı otorite kaybını kendileri açısında nüfuz alanlarını genişletmek ve bu iki emperyalist gücü yutarak dünyanın tek hâkimi olmak gibi bir düşle yirmi birinci yüzyılı karşılamaya giriştiler. Fakat tam da daha doksanların ilk yarısı bitmeden emperyalist kapitalist sistemin mezar kazıyıcıları, tarih yapıcılar, “baldırı çıplaklar”, “daha bitmedi bu kavga” diyerek sınıf mücadelesinin ateşini harladılar.

Güney Asya, Türkiye, Latin Amerika ve daha yerkürenin birçok yerindeki yerlerde ayaklanmalarla ama esas olarak Maoizm’in yol göstericiliğinde halk savaşını yükselterek yanıt verdiler.

Emperyalizmin “tarihin sonu, sınıflar ortadan kalktı, sosyalizm öldü” propagandasına MLM’yi kendine rehber edinen partilerin önderliğindeki işçi sınıfı ve ezilen kitleler Marks’ın o ünlü “tarihin, sınıflar mücadelesi tarihi” olduğu teziyle yanıt verdiler. Özellikle Güney Asya ve Latin Amerika’da gelişen Maoist hareketler, emperyalizmin gördüğü rüyayı kabusa çevirmesini bilmiştir.

Bundandır ki, “sınıflar ortadan kalktı” diyenler daha doksanların ateşi düşmeden 1997’de yapılan NATO zirvesinde korkularının da verdiği telaşla “yirmi birinci yüzyılın ayaklanmalar yüzyılı olacağı”nın tespitini yapmak zorunda kaldılar.

Emperyalist kapitalist sistemin ayakta kalabilmesinin tek koşulu, tekellerin kâr ve daha fazla kâr etmesine dayanır. Aşırı üretim ve sürekli yeni pazarlara duyulan ihtiyaç, emperyalist kapitalist sistemi anarşiye, kaosa ve krize sürükler. Krizden kurtulmanın tek yolu ise rekabet gücünü artırarak, rakibini yutmak ve ondan boşalan yerlere yerleşmektir.

Bu, çatışmanın yaygınlaşması, sefaletin derinleşmesi ve insanlığın felakete doğru sürüklenmesi anlamına gelir. Emperyalist kapitalist sistem kendi doğası gereği sürekli bölünme yaratır. Sistem kendi içinde rakip güçlere bölünmeden varlığını ileriye taşıyamaz. Bir yandan tekellerde sermaye merkezileşirken sermaye farklı tekellere bölünmeden kendi hareketini sağlayamaz.

Sermayenin bu hareketi, kendi mezar kazıyıcılarının da her gün ve yeniden tarih sahnesine çıkmasına neden olur.

Rusya ve Çin, doksanların başında yaşadığı sarsıntıyı doksanların sonunda atlatarak ABD/NATO emperyalist bloğun karşısına kendi emperyalist bloklarını oluşturarak çıktılar. Sosyalizmin geçici geri çekilmesi, yer küreyi daha tekinsiz bir hale getirdi. Yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar ezilenlerin umudu olarak kapitalizmin karşısında dururken sonrasında ezilen halklar büyük acılar yaşamak zorunda kaldılar.

Rusya ve Çin rakibi ile aradaki açığı kapatmak için kendi ülkelerinde sosyalizme ait ne varsa yağmalayarak ve hakimiyeti altındaki bölgelerde sınırsız bir sömürü hamlesi başlatarak yanıt olmaya çalıştılar.

Her ne kadar emperyalist kapitalist sistem, kendi içinde farklı çıkar kamplarına bölünmüş olsa da yirmi birinci yüzyılın ayaklanmalar yüzyılı olacağı gerçeğinden hareketle kendi sınıf düşmanlarına karşı yeni önlemler geliştirilmesi noktasında hemfikirdirler. Emperyalistler, gelişecek sınıf mücadelelerini kriminalize etmek, marjinalleştirerek yapacakları saldırı ve katliamlara meşruiyet kazandırmak için sınıf mücadelesini ve ulusal kurtuluş mücadelelerini “terörizmle mücadele” parantezi içine çekerek yeni bir konsept geliştirmek zorunda kaldılar.

İki binli yılların başında özellikle Nepal’de gelişen ve iktidara yürüyen Maoist hareket karşısında, ABD dış işleri bakanı Colin Powell’ın “Biz ayaklanmacı gerillaları ve özelliklede Mao’cuları sevmeyiz”, “Maocu terör başlıca tehditlerden biridir” söylemleri tam da geliştirdikleri “terörizm” konseptinin kime karşı korku olduğunu göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır.

Anlamlıdır! Çünkü bütün bir insanlık tarihini düşündüğümüzde geçtiğimiz yüzyıl oldukça yakın bir tarihtir.

Ekim Devrimi’n top sesleri, Çin devrimi ve devamında Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı temellerinden sarsan etkisi onların kabuslarını süslemeye devam ediyor. Emperyalist kapitalist sistemin önceki yüzyıl döktüğü ecel terlerini unutması mümkün değildir. Sovyet ve Çin devrimleri, işçi sınıfına ve ezilen halklara kurtuluşun yolunu göstermiştir. Yer kürenin üçte biri sosyalizmi yaşamış geri kalan kısmı sosyalizme varmak için mücadelede önemli kazanımlar elde etmiştir. Bu temelde ezilenlerin de kendine ait tarihi bir hafızası vardır. Kendisine yaşatılanları unutmayacaklardır.

Bugün de işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları, yılmadan mücadele ve kavgaya atılıyorlarsa bu Ekim ve Çin devrimlerinin kazanımlarının bir sonucudur. İşçi sınıfının kendi yarattığı tarihi bir kenara koyması söz konusu dahi değildir.

Büyük Sovyet devrimin yüz beşinci yılında, emperyalist kapitalist sistem insanlığın önüne yeni sorunlar koymuştur. Çevre ve iklim sorunları ekseninde aşırı kâr hırsının doğada yarattığı tahribat geri dönülemez bir aşamaya gelmiştir. Patriyarkal, heteroseksist sistem derinleşerek daha fazla kurumsallaşmış kadın katliamlarını cins kırımına dönüştürmüştür.

LGBTİ+ bireylerin cinsel yönelimleri daha ağır saldırılarla karşı karşıya kalarak kimliklerini kazanma mücadelesinde ağır bedeller ödemek zorunda kalmaktadırlar.

Asya ve Afrika kıtasında farklı inançlara sahip kesimlerin farklılıkları emperyalistler açısından “böl-parçala-yönet” siyasetine uygun kullanılarak dinsel ve mezhepsel çatışmalara dönüştürülmüştür. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyası bu açıdan öne çıkmaktadır. Emperyalistler eliyle cihadist faşist örgütlenmeler palazlandırılarak bölge halklarının başına bela edilmiş durumdadır.

Bu örgütlenmeler eliyle halkların manevi duyguları istismar edilmekte, emperyalist güçlerin bölgedeki uzantıları olarak büyük katliamlar gerçekleştirmektedir.

Emperyalizm ulusal sorunu çözmemiş tam tersine Rus sosyal emperyalizminin de dağılmasıyla birlikte derinleşmiştir. Ulusların özgürce ayrılma hakkı ve imtiyazı işgal ve ilhak saldırılarıyla gasp edilmeye devam edilmektedir. Yaşanan toprak sorunları ulusları birbirine düşman kılmakta ve “büyük ulus şovenizmi” ile halkları birbirine düşman kılmada işlevli bir aparat olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Yarı-sömürge konumundaki ülkelerde tarımın tasfiyesi, üretimin emperyalist tekellere bağımlı kılınması köylü kitlelerini her geçen gün daha fazla yıkıma sürüklemekte yaşanan iklim sorunları, kuraklık, tohuma artan bağımlılık, köylülüğün üretim sorunlarını derinleştirmiştir. Tüm bunlardan kaynaklı kırsal alanlar boşalırken kentsel nüfus orantısız şekilde artmış ve bu da yeni sorunların açığa çıkmasına neden olmuştur.

Emperyalistler arası rekabet, bölgesel çatışmalar, inanç ve mezhepsel çatışmalar, yoksullaşma ve açlık, insanları kitlesel şekilde yer değiştirmeye zorlamaktadır. Mültecilik, göçmenlik olgusu insanlığın yeni sorunları arasına eklenmiştir. Her gün milyonlarca insan yaşadığı yerleri çeşitli nedenlerle terk etmeye zorlanmaktadır. Mülteci konumuna düşen insanlar, gittikleri yerlerde ırkçı saldırılara maruz kalmakta, katledilmekte veya en ağır işlerde ucuz işgücü olarak kullanılmaktadır. Herhangi bir güvence ve sosyal hakka sahip olmadan çalıştırılan mülteciler, ağır şartlarda sömürüye maruz kalmaktadırlar.

Bugün içinden geçtiğimiz koşullar Büyük Sovyet Devrimi öncesi koşullara benzemektedir. Neredeyse yaşamın olduğu her alanda büyük ve derin sorunlar birikmiş durumdadır. Büyük Sovyet Devriminin güncelliği tam da burada yatmaktadır. Emperyalist kapitalist sistemin yaratmış olduğu tüm bu sorunlar iyileştirmelerle, reformlarla, anayasa değişiklikleri yeni hükümetlerin kurulmalarıyla çözülebilecek türden değildir.

Yapısal sorunlar ancak yapısal müdahalelerle çözülebilir. Emperyalist kapitalist sistemin yarattığı sorunların tümü yapısaldır. Sistemin kendisi kendini yenileyebilecek bir durumda değildir. Sovyet devriminin mimarı ve büyük önderi Lenin yoldaş, bunu daha devrim öncesi emperyalizmin asalaklığını ve çürümesini bilimsel bir temelde ortaya koyarak belirtmişti.

“Zor”un ve o “zor”u örgütleyecek öncünün rolü her zamankinden daha fazla ön plana çıkmıştır.

Doğu rüzgârı batı rüzgarını alt edecek!

İsyan ve devrim dalgaları yer küremizin belli merkezlerinde toplanmış bulunmaktadır. Güney Asya, Ortadoğu ve Latin Amerika’da yaşanan isyanlar yeni Ekimler için fırtına merkezleri olmuş durumdadırlar. Yaşamakta olduğumuz her fırtınanın kendine ait özellikleri vardır. Güney Asya’da MLM önderliğindeki partilerin sürdürdüğü halk savaşı, emin adımlarla zafere doğru ilerlerken Latin Amerika’da Maoist gerilla hareketleri gelişmekte ve büyümektedir.

Ortadoğu’da ise işbirlikçi diktatörler, halkların direnişi karşısında titremektedir. Yaşadığımız coğrafyanın içinde barındırdığı çelişkiler, devrim mekaniğini harekete geçirmiş durumdadır. Ortadoğu coğrafyası, emperyalist kapitalistler açısından temel kapışma alanı olmasının yanında, ülkemiz devrimci ve komünistleri açısından da stratejik öneme sahiptir.

Her ülkenin kendine has sorunları olduğu gibi aynı zamanda bulunduğu bölgenin sorunlarının da birer parçası durumundadırlar. Söz konusu Ortadoğu olduğunda bunun gerçekliği daha fazladır. Kuzey Afrika’dan başlayarak bütün Ortadoğu’yu kapsamı içine alan isyan dalgasından sonra bölgedeki çelişkilerin domino etkisi yaptığı görüldü. Bölge nezdinde herhangi bir ülkede yaşanan gelişme, bir diğerine uğramadan pas geçmemektedir.

Özellikle son on beş yıldır yoğun bir savaşın hüküm sürdüğü bölgede sular durulacağa benzemiyor. Kitlelerin isyanı, dev dalgalar halinde diktatörlerin surlarını dövmeye devam ediyor. Bir tarafta emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerinin bölgenin petrol başta olmak üzere doğal zenginliklerini yağmalayıp servetlerine devasa servetler eklerken diğer yandan halklar derin bir yoksulluğun pençesinde açlıkla boğuşmaktadır.

Suriye ve onun yanıbaşında bulunan Irak’ta son bir yıldır halkın rejime karşı öfkesi dinmiş değildir. Çeşitli nedenlerle Irak halkı ağır bedelleri de göze alarak egemen sınıfların devlet kurumlarının ve onların efendilerinin bulunduğu yeşil bölgeye yürümeye devam ediyorlar. Irak merkezi devlet yapısı, büyük oranda çökmüş bulunmaktadır.

Kitlelerin isyanına dayanak oluşturan temel etmen esas olarak ekonomik olarak yaşanan çöküntü ve bürokraside yaşanan yozlaşma ve çürümedir. Bunun yanında emperyalist işgal ve mezhep çatışmaları eklendiğinde halkın omuzlarındaki yük ağırlaşmaktadır. Irak halkının esas handikabı ise yaşanan isyanı devrime taşıyacak komünist parti veya herhangi devrimci bir hareketin bulunmayışıdır.

Halk farklı inanç gruplarının çıkarları doğrultusunda taraf olmaya itilmektedir.

Lübnan’da yaşanan ekonomik bunalım, sistemi işleyemez duruma getirmiştir. Lübnan devleti, halkın bankalarda bulunan üç beş kuruşuna ipotek koyduracak kadar iflasın eşiğine gelmiştir. İnsanlar bir yandan sokakları terk etmezken diğer yandan bankalarda ipotek altına alınan paralarını alabilmek için bireysel banka soygunlarına girişmek zorunda kalmaktadır.

Ülkede sokakların ateşi düşmezken yapılan eylemlerin belirleyici özelliklerinden bir tanesi de eylemlere kadınların öncülük etmesi ve sokağa yansıyan eylemlere kadınların kendi rengi ve militan karakteriyle damga vurmasıdır. Sonuç olarak Lübnan’da kitleler alanları, devrim ateşiyle tutuşturmaya başladığında egemen sınıfların kalelerine devrim bayrağını dikecek olanların kadınlar olacağı belirlemesini yapabiliriz.

Filistin’de İsrail siyonizmine karşı verilen mücadelede halk yüzünü yeniden devrimci hareketlere çevirmiş bulunmaktadır. İsrail devleti, Filistin’i bir bütün olarak yutmak istemektedir. ABD emperyalizminin tam desteği ile Filistin halkına, üzerinde yaşayabilecekleri bir toprak parçası dahi bırakmamaya yönelmiş durumdadır. HAMAS ve FKÖ’nün uzlaşmacı ve çözümü emperyalist merkezlere havale etmesi, yapılan saldırılar karşında güçlü olarak yanıt vermekte gönülsüz yaklaşması halkın tepkilerine neden olmaktadır.

Özellikle son yıllarda buna bağlı olarak FHKC’ye bağlı silahlı gruplara ciddi şekilde yöneliş gerçekleşmektedir. Filistin halkının kaderini belirleyecek olan da silahlı mücadelenin daha ileri aşamalarda bölge halkları ile birlikte ortaya konmasından geçmektedir. Filistin halkı, Arap şeyhlerinin, İslam tandanslı cihadist örgütlenmelerin ekonomik ve ticari olarak binbir bağla İsrail devletine bağlı olduklarını anlamaya başlamış durumdadırlar.

Filistin halkı günü geldiğinde bunları tarihin çöplüğüne göndermesini bilecektir.

İran’dan dünyaya yayılan kadın isyanı

İran devleti, bölge gericiliğinin dört haydut devletinden (Türkiye, Arabistan ve İsrail) biridir. Bölge siyasetini domine eden bulunduğu müdahalelerle diğer ülkelerin iç işlerinde etkili bir güçtür. Devlet geleneği olarak da geçmişi bin yılları bulan bir tarihe sahiptir.

Bölgede geliştirmeye çalıştığı “Şii hilali” denen kuşak projesiyle etkisini tüm bölgeye yaymaya çalışmaktadır. Diğer taraftan artan İran etkisinden bahsedilse de aynı zamanda kendi bölgesinde molla rejiminde tanımını bulan gericiliğin kaleleri arasındadır. Dışarda ABD öncülüğünde yapılan kuşatmaya karşı direnirken içerde işler kendisi için pek de iyi gitmemektedir. Hem dışardan uygulanan ambargo hem de mollaların yolsuz ve zorba yönetimine paralel halk sürekli artan bir yoksulluk ve baskı koşullarına karşı eskisi gibi rıza göstermemektedir.

Sokaklar inişli çıkışlı ve aynı zamanda her defasında farklı toplumsal tabakaları çeperine alsa da asla boş kalmamaktadır. Molla rejimi giderek kendi toplumsal desteğini kaybetmektedir. Son kitle hareketlenmelerinde mollaların kalesi addedilen kentlerde bile sokaklarda yapılan protesto gösterileri de bunun en yalın kanıtı durumundadır. Kitlelerin değişim talebinin dahi molla rejimini zor durumda bıraktığını gözlemliyoruz.

Her ne kadar sokağa taşan kitle gösterilerine dışardan özellikle molla rejimine muhalif hareketler üzerinden ABD’nin müdahale girişimleri olsa da asıl olan bu değildir, çelişkinin kendisi sınıfsal bir karaktere sahiptir. Reform taleplerinin yanına iliştirilen devrim sloganları bunun dışardan müdahale edilmesinin çok ötesinde olduğunu göstermektedir.

Aynı zamanda İran kendi içerisinde çok uluslu kozmopolit bir yapıya sahiptir. Molla rejiminin idam sehpalarında Kürtlerin ya da Beluçların çekilen fotoğrafları çok eski değildir. Molla rejiminin zindanları ulusal direnişçilerle doludur.

Ve yine molla devriminin sembol olarak dünyaya yansıttığı kadınların başörtüsü takma zorunluluğuna karşı ve aynı zamanda yaşamın bir alanında kadınlardan doğru büyüyen bir isyanda İran devrimini mayalayan etkenler arasında güçlü bir yere sahiptir. İran halk hareketi, tutarlığını sağlaması açısından sürekliğini yakalamış durumdadır.

Keza İran bölgesindeki diğer ülkelere nazaran kendi köklü bir devrimci geleneğe de sahiptir. Her ne kadar molla devrimi sonrasında acımasız şekilde bastırılmış olsa da bir bütün bitirilmiş değildir. Maoizm’den etkilenerek kurulmuş parti-örgüt vb. yanında farklı siyasal çizgilere sahip devrimci hareketler varlığını sürdürmektedir. Gelişerek büyüyen halk hareketinin kaderinde devrimci hareket misyon sahibidir.

Bu açıdan Arap Baharının yanında çeşitli milliyetlerden İran halkının ayağa kalkması, bölgede buz kıran rolünü oynaması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Geçtiğimiz günlerde bir Kürt kadını olan Mahsa Amini’nin sırf saçları görünüyor diye işkence ile katledilmesinden sonra kadınlar öncülüğünde halk ayaklanması devam etmektedir. İran özgülünde kadınların devrimde başat rol oynamalarının tarihsel olarak güçlü nedenleri vardır. Mollalar öncülüğünde gerçekleşen şeriat rejimi ilk önce kadınlara yönelmiş ve kadınların tüm yaşamını kökten değiştirilerek her türlü hakları elinden alınmıştır.

Yani molla devrimi önce kadını vurmuş sonrasında tüm toplumu baskı altına almıştır.

Bugün benzer durum Afganistan’da da yaşanmakta Taliban gericiliği de İran mollalarının yolundan giderek önce kadınlara saldırmıştır. İran’da kadın sorunu özgülünde yaşanan cins çelişkisi başlıca çelişkiler arasında diğer tüm çelişkileri domine eden bir yere sahiptir. Molla rejiminin en çok korktuğu da yine kadınlar ve kadınlar öncülüğünde gelişen mücadelenin içinde barındırdığı devrim potansiyelidir.

İran’da devrim olasılığı diğer ülkelere nazaran daha güçlü dinamiklere sahiptir. Bunun böyle olmasında yıllardır yürüyen kadın mücadelesinin belirleyici bir payı vardır. Mahsa Amini şahsında kadınlar bir kez daha mollaların iktidarını sarmaya başlamış durumdadırlar.

Dünyadaki kadın kitleleri Mahsa Amini şahsında İranlı kadınlarla birlikte ayağa kalkmış, İranlı kadınlarla birlikte olduğunu göstermiştir.

Büyük Sovyet devriminin yıl dönümünde Ortadoğu’da bu şanlı devrimin deneyimlerinden öğrenmek, yeni Ekim’leri gerçek kılmak açısından önemlidir. Ortadoğu coğrafyasında devrim her zamankinden daha fazla günceldir.

Halklar öncüsünü, önderini aramaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu