GüncelManşet

Tutsakların kaleminden: Zindandan evrene karışan sözcükler…

Hasan: Bir şey soracağım; hani “ses bir maddedir” ya, dolayısıyla yok olmuyor, kaybolmuyor bu madde. Sadece yer değiştiriyor. Yani konuştuğumuz her şey evren içerisinde bir boşluğa gidiyor. Diyorum ki bir makine yapsak; o sesleri ayrıştıran-bütün konuşmaları kategorize eden bir makine!

Alican: N’apıcaksın o makinayı?

Hasan: Ne demek n’apıcaksın, istediğin kişinin neler konuştuğunu öğrenebilirsin. Tarih-zaman sırasına göre de dizeriz. Dostumuz var, düşmanımız var icabında. Kafayı çalıştırın, işe yaramaz mı?

Ersin: Ya ben anlamıyorum ki. Niye hapishaneye düşen herkes bir icat peşinde? Sanki toplum gelişmesin diye, sizi icatlarınızdan ötürü zindana atmışlar. Arkadaşlar biz siyasi tutsağız ya! Bizim ilgi alanımız ışınlanma, zaman makinası değil. Siz nasıl diyor; Marksizim-Das kapital, Leninizm-hani keçi sakal, Maoizm var-kırlardan şehre! Vallahi hücreye National Geographic, Bilim ve Gelecek girmesini yasaklayacağım en sonunda.

Hasan: Sen yine de yaz bu fikirleri bir kenara. Mucit ölür, icat kalır. Madde çürür, fikir kalır!

Ersin: Eyvallah fikir mucidi Heso. Sandıklar açılmaya başladı. Söyle bakalım, referandum sonucuna ilişkin fikrin ne icat ediyor?

Hasan: Diyor ki; tencere-tava işine girelim, o piyasa gelecek vaat ediyor.

Alican: Tencere-tava hep aynı hava! “Yüklen Kazanacağız” diyorsun yani. Yine, yeniden, hep…

Ersin: Yine, yeniden, hep tabii. Niye, havamızı bozmamız mı gerekiyor?

Alican: Mesele havanın aynı olup-olmaması değil. Hava hep bizden yana… Mesele, tek başına havaya aldanıp “bekle ve gör” siyaseti izlemekte yatıyor.

Ersin: Somut bir önerin var mı?

Alican: Her sürece ilişkin somut somut öneriler sepeti üretmeye ne imkânımız ne de kahinliğimiz yeter. Çoğu zaman ne-nasıl-ne zaman gelişir, nerede patlak verir bilemeye-tahmin edemeyebiliriz. İnsanın-insanların olduğu yerde stabil ne olmuş ki, şimdi sana isyan reçetesi mi hazırlayayım?

Ersin: Mesele sistem meselesi diyorsun yani.

Hasan: Ben öyle düşünüyorum. İşlemeyen her mekanizma paslanır. Çarklarımızı ideolojik çarpışmalarla bir nevi yıkama-yağlama operasyonuna tabi tutmazsak, ancak o günü kotaracak kadar döner o çarklar. Bir yerde de durur elbet. Çarklar hızla dönerse, yani herkes işini hakkıyla eritilir ve bizlerin denetiminde şekillenir.

Ersin: Dışımızdaki her sürece de bu çarklarla müdahil oluruz, doğallığında somut öneriler sepetine de ihtiyacımız olmaz diyorsunuz.

Hasan: Aynen öyle diyoruz. İdeolojik olarak güçlü-ama gerçekten güçlü, gereğini yaparak güçleneceğimizi bilerek, yoksa “bizim DNA’larımız zaten doğal antikora sahip” idealizmine düşmeden-olursak politik tüm süreçlere müdahil olabiliriz. Bu süreçlerde bizim politik görüşümüz gereğince zafere ulaşabilir.

Alican: Tahlillerde bulunmak, süreci okuyup olacakları hesaplamak, olasılık dizmek vs. çok zor değil. Hesabın tutup-tutması da çok önemli değil zaten.  Önemli olan, bir “dert” edinmek ve o “dert”in gereğini-yükümlülüğünü üstlenme cüretini göstermek!

Ersin: Şimdi tencere-tava işine sermaye akıtma cesareti mi gösterelim diyorsunuz?

Alican: Vallahi benim tek sermayem; yazdığım şiirlerim. Onlar da para etmiyor!

Hasan: Benim de tek sermayem; derdim-servetim; ahım!

Ersin: Bende de zırnık yok! Ama bir tutsağın en büyük sermayesi nedir?

Hasan: Hasreti!

Ersin: Hayır be! Yazıları, yazıları!

Hasan: Ha! Biz yazalım, belki para eder diyorsun.

Ersin: Şükür kavuşturana!

Alican: Bu arada resmi olmayan sonuçlara göre Evet: %51.4, Hayır: %48.6 çıkmış durumda.

Ersin: Yani bizim Hayır’ımız kazanmış durumdayız, öyle değil mi?

Hasan: Herhalde… Sonuçta bizim meselemiz başkanlık olmuş-olmamış odaklı değil. Ha ak, ha kara it-i-razımız olan Hayır, sistemin tüm çarklarınaydı. Bu çarklara da en büyük darbe, Hayır’ın aldığı oy oranı ile paralellik arz edecekti.

Alican: Sisteme zaten rahat bir nefes aldırmak için, hâkim olan klik bu referandumu zorunlu gördü. Ama ortaya çıkan sonuca bakılırsa, bunda başarılı olamadı. Hâkim olmayan klik güven ve cesaret kazandı aksine. Dolayısıyla ortaya yeni çatışma alanları çıkmış oluyor.

Ersin: Reformizmin rüzgârı da bu süreçte dinecektir. Çelişkiler kızgınlaşacak dolayısıyla baskı, şiddet, zulüm, sömürü de boyutlanacak.

Hasan: Eee… Bunların olduğu yerde de isyan vardır, direniş vardır.

Ersin: Ne güzel söyledin, bir daha söyle!

Hasan: Benim karnım acıktı ya!

Ersin: Ben kafamı hangi dağa-taşa vurayım bilmiyorum ki!

Hasan: Olası Gezi’lere hazırlıklı olmalıyız. Bu sefer ki düğüne Kürt kentleri de katılacak.

Ersin: AKP Kürt kentlerinde oy oranını arttırdı diyorlar ama…

Hasan: Ersin yoldaş, sen tatlını yemeyeceksen, ben yiyeyim mi?

Ersin: Ye kurban olduğum ye!

Hasan: AKP Kürt kentlerinde Hayır oyu kullanacak Kürt bırakmadı ki! Birincisi bu. İkincisi; çözüm süreci gibi “yumuşak” ortam da ulusal tavır takınıp KUH’ne yakın duran toprak ağaları ve Kürt burjuvazisi, “sert” bir ortamda sınıfsal tavır takınarak yani kendi sınıfına yakışan bir tavır takınarak- Evet oyu kullandı. Aksi beklenmesi şaşırtıcı olurdu zaten. Biz biliyoruz ki bedel ödeyen, direniş çizgisinde olanlar hep ezilen-yoksul halk kesimi olmuştur. Üçüncüsü de; Kürtler, sistemden büyük oranda kopmuş vaziyette. Başkanlık olmuş-olmamış, kendileri açısından değişecek bir şey olmayacağını iyi biliyorlar. Bu yüzden sistem içi değişikliklere ilgisiz kalıyor.

Ersin: Hem ilgisiz kalıyor diyorsun, hem de olası bir Gezi’ye Kürt kentleri de katılacak diyorsun!

Hasan: Tatlı için teşekkür ederim Ersin yoldaş.

Ersin: Sen nasıl beceriyorsun böyle daldan dala atlamayı anlamıyorum ki!

Hasan: Kürtler sistem içi değişiklilere karşı ilgisiz. Devletten artık bir beklentisi yok. Tek çözüm yolunun ise direniş olduğu gün gibi ortada. Gezi’de istenilen sesi çıkarmadığı doğru. Ama o dönem çözüm süreci vs. ile devlet Kürtleri oyalıyordu. Şimdi ise oylanacak pamuk ipliği dahi kalmadı. Çelişkiler net; Lexin Lexin!

Ersin: Bakıyorum tatlıyı yiyince vızır vızır çalışmaya başladı saksı.

Hasan: Yoldaş sen böyle daldan dala nasıl atlıyorsun, vallahi şaşırıyorum!

Alican: Hazır geyik dalındayken söyleyeyim, önümüzdeki hafta içi Beşiktaş’ın maçı var.

Ersin: N’olmuş varsa…

Alican: Hani yarın kantin günü ya, belki bir şeyler yazarsın diye söyledim.

Ersin: Desene şuna, canım leblebi istedi diye. Niye Beşiktaş’ı alet ediyorsun hain planlarına.

Alican: Maksat Beşiktaş’a moral olsun. Biz morallenelim ki Beşiktaş’a da enerjimizi gönderelim.

Hasan: Arkadaş bu çocuk tam bir leblebi canavarı! Herkes çerezlerden seçip sana veriyor leblebilerini, yine de bıkmadan patlamadan yiyor ha!

Alican: Abartmayın ya… Sanki her gün leblebi yiyoruz.

Ersin: Her gün versek yiyeceksin ama.

Alican: Yerim valla!

Hasan: Şebekenin başı konuşuyor… Baksana yüzü nasıl da düşmüş.

Ersin: Aslında kaybettiği her halinden belli.

Hasan: “Atı alan Üsküdar’ı” geçti diyor ama.

Alican: Nereye geçti! Üsküdar’da Hayır çıktı. Bu demektir ki Üsküdar’da takıldı kaldı. Yemezler! Diken üstünde bir başkanlıkla; her an gelebilecek bir darbe korkusu, kapıdaki kriz, kaos, isyan alametleri daha da saldırganlaştıracaktır şebekeyi. Buna göre konumlanmak şart!

Ersin: Laf söylemek kolay, icraattır bize gerekli olan! Hadi sen de al kağıdı- kalemi eline de karanlığa şikayet yerine bir mum da sen yakmış ol.

Alican: Leblebi alacak mısın?

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Hapishane’den Tutsak Partizanlar

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu