GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Gerçekler Devrimcidir!

"Üzerinde mücadele yürüttüğümüz toprakların sınıf mücadelesi pratiği zengindir. Halkımızın uzun bir tarihsel sürece dayanan tarihsel direnme ve mücadele etme pratiği vardır."

Ülkemizdeki yoğun ve hareketli gelişmeler nedeniyle çok gündeme gelmese de dünya çapında kapitalist sistemin giderek derinleşen bir krizi söz konusudur. Önce koronavirüs pandemisi ardından da Rusya emperyalizminin Ukrayna’ya işgal saldırısı bu krizi daha da keskinleştirmiş durumda.

Sığınmacılar sorunu, iklim krizi ve bununla bağlantılı olarak enerji krizi kapitalizmin yeni ortaya çıkan çelişkileri gibi propaganda edilse de gerçekte bu çelişkiler daha önce de vardı.

Avrupa Birliği emperyalistleri gün aşırı enerji krizi başlıklı açıklamalar yapıyorlar. Halk kitlelerine akla ziyan tasarruf tedbirleri öneriyorlar. Durumdan vazife çıkaran AKP-MHP iktidar medyası ise “Avrupalı turistlerin kışın ısınmak için Türkiye’ye geleceği” gibi sansasyonel haberler yapıyorlar.

Elbette bu durum emperyalist kapitalist sistemin yarı-sömürgesi olan Türkiye ekonomisinin krizden doğrudan etkilenmesinin ürünüyken, rejimin ekonomik kriz karşısında halk kitlelerine umut satma propagandası olarak yaşanmaktadır. Ancak bu türden haberlerin tıpkı “Lozan Anlaşması” meselesinde olduğu gibi kitlelerin bilinci üzerinde bir karşılığı bulunduğu unutulmamalıdır.

Türk hakim sınıfları, kitle iletişim araçlarını yalan haberler yaymada kullanmada ustalaşmış durumdadırlar. Nazi Almanya’sının “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” Joeseph Goebbels’e isnat edilen “Büyük Yalan” tekniğinde ifade edildiği üzere “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır. Yalan, ancak devletin halkı yalanın siyasi, ekonomik ve/veya askeri sonuçlarından koruyabileceği süre boyunca sürdürülebilir. Dolayısıyla, devletin muhalefeti bastırmak için tüm yetkilerini kullanması hayati önem taşır, çünkü gerçek, yalanın ölümcül düşmanıdır ve dolayısıyla gerçek, devletin en büyük düşmanıdır.

AKP-MHP iktidarı da yaşanan ekonomik krize “çözüm” olarak bir yandan “Kur Korumalı Mevduat Sistemi” adı altında halkı soymaya diğer yandan da halka büyük yalanlar söylemeye devam ediyor. Sadece yalan söylemekle kalmıyor başta devrimciler, ilerici ve yurtseverler olmak üzere burjuva muhalefet de dahil olmak üzere bütün muhalifler üzerinde dozu farklı da olsa faşist devlet terörü estirmekten geri durmuyor.

Aya gitmekten tutalım da, yerli ve milli araba-uçak ve hatta uçan araba yapmaya bu vb. haberlerde gelinen son proje bizzat R.T.Erdoğan tarafından açıklanan ve Cumhuriyet tarihinin en büyüğü olarak propaganda edilen “İlk Evim İlk İşyerim” projesi oldu. Projenin yoksul halk kitleleri açısından koşulları itibariyle gerçekleşebilirliği bir yana, kitlelerde belli oranda karşılık bulduğu söylenebilir.

Yoksul halk kitlelerinin projede açıklanan taksit ödemeleri başta olmak üzere koşulları karşılamayacağı çok açık bir gerçekken, kitlelere tıpkı bir zamanlar Başbakan olan Tansu Çiller’in seçim çalışmasında olduğu gibi “iki anahtar” vaat edilmiş durumdadır. Ekonomik kriz koşullarında vaat edilen konutların bitip bitmeyeceği dahi tartışma konusuyken ısrarla bu propaganda sürdürülmektedir. Çünkü AKP-MHP iktidarı, yalanda ve hırsızlıkta ustalık mertebesindedir.

Halk kitlelerine bir yandan ev ve işyeri umudu satarken diğer yandan başvurulanlardan belli miktarda bir peşinat alınmaktadır. Bu peşinat ise ekonomik kriz koşullarında darboğazda olan AKP-MHP kliği tarafından önümüzdeki seçimler için kullanılacaktır. Diğer bir ifadeyle devletin halkı dolandırdığı nitelikli bir dolandırıcılık durumu söz konusudur.

AKP-MHP rejimi halka yalan söyleme konusunda o kadar ustalaşmıştır ki, gerçekleri söyleyerek de yalan söylemektedirler. Örneğin R.T.Erdoğan geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada; “Kendi evlatlarını Paris’e Londra’ya, Brüksel’e Washington’a gönderip en iyi eğitim kurumlarında okutup lüks ve şatafat içinde yaşattılar; Anadolu ve Trakya’nın pırlanta gibi çocuklarını göz göre göre ölüme ittiler” demiştir. (14 Eylül)

İslamcı komprador bürokrat burjuvaların sözcüsü olarak R.T.Erdoğan, yoksul halk kitlelerinin Kemalist komprador bürokrat burjuvalara yönelik tepkisini kullanarak ekonomik kriz karşısında azalan kitle desteğine çözüm bulmak için doğruları eksik söylemektedir. Aynı doğru R.T.Erdoğan ve temsilcisi olduğu klik içinde geçerlidir. Kısacası her iki burjuva kliği kendi çocuklarını yurtdışına eğitime yollayıp, lüks ve şatafat içinde yaşatırken, yoksul halk kitleleri okulların açıldığı şu günlerde, çocuğunun okul masraflarını nasıl karşılayacağım derdindedir.

İtibardan tasarruf olmaz” diyen yaptırdığı bin odalı sarayında lüks ve şatafat içinde yaşayan R.T.Erdoğan, ırkçı şovenist politikalarla, “şehitler tepesi boş kalmamalı” diyerek sınır içi ve sınır dışı askeri operasyon adı altında faşist saldırılarla kendi askerini ölüme yollayan biri olarak bunu söyleyebilmektedir. Her zamanki gibi kendi sınıf çıkarlar için halka yalan söylenmekte, bu yetmediği yerde faşist zor devreye girmektedir.

Rejim sıkıştığı oranda halka karşı saldırısını artırmaktadır. Bu bir gün Kürtler, bir gün Aleviler diğer gün kadın ve LGBTİ+’lar saldırıların hedefi olmaktadır. Ekonomik krizin etkisiyle “iç düşman”lara karşı propagandanın dozu ve saldırganlık artırılmaktadır.

Son olarak LGBTİ+lar hedefe konulmuştur. İktidarın denetiminde ve yönlendirmesinde bazı “dernek”ler LGBTİ+ karşıtı olduğu ilan edilen bir eylem örgütlemekte, İstanbul Valiliği bu eyleme izin vermekte dahası bu eylemin çağrı videosu “kamu spotu” adı altında yayınlamaktadır. Rejim kendi yasalarında bile suç olan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu” açık açık işlemektedir.

Söz konusu hakim sınıfların, çıkarları olduğunda böl-parçala-yönet politikası devreye sokulmaktadır. Akla ziyan ama bir o kadar da usta bir politik hamleyle ekonomik krizin sorumlusu olarak LGBTİ+lar olarak gösterilmektedir. Mafya elebaşısı Sedat Peker’in itiraflarıyla gündeme gelen çökme rejimi gerçekliği, suçişleri bakanı SS’nin her açıklamasında bahse konu ettiği “bizi LBGT yapacaklar” söyleminde olduğu gibi hedef saptırılarak gündemden düşürülmek istenmektedir.

Halk kitleleri her iki kliğe mahkum değildir

Seçim süreci yaklaştıkça hem hakim sınıf kliklerinin partilerinde hem de halk saflarındaki parti ve örgütlerde, seçim gündemli çalışma ve tartışmalar hızlanmış durumdadır. AKP-MHP kliği, ekonomik kriz nedeniyle azalan halk desteğini bir yandan “sosyal konut” gibi projelerle durdurmak isterken diğer yandan Şangay İşbirliği Örgütü toplantısında, “dünya lideri Erdoğan” görüntüleriyle propaganda çalışmalarına hız vermiş durumdadır. Her biri halklarına kan kusturan liderlerle fotoğraf vermek AKP yandaş basını için bir fırsat ve övünç kaynağı olarak görülmüş ve kitle iletişim araçlarıyla propaganda edilmiştir.

Burjuva muhalefetin temsilcisi “altılı masa” ise ekonomik krizin etkisiyle halk kitlelerinin iktidara azalan desteğini kendi klik çıkarları arkasında yedekleme çalışmalarına hız vermiş görünmektedir. Artık bıktırıcı bir hal almış olan “Cumhurbaşkanı adayı belirleme” tartışmalarında burjuva muhalefetin adayı olarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adı ön plana çıkmış görünmektedir. Burada ön plana çıkan nokta AKP iktidarına karşı olanların, 20 yıllık AKP hükümetleri döneminde devlet aygıtının olanaklarından kendi klik çıkarları için yararlanamayanların ve bu anlamıyla mağdur olan burjuva klik temsilcilerinin, “AKP giderse gitsin de yerine kim gelirse gelsin” söylemini önemli oranda hakim kılmış olmalarıdır.

Muhalif burjuva klik temsilcilerinin bu söylemi aralarında halk saflarında olan kimi çevreleri de etkilemiş görünmektedir. Genelde AKP’nin özelde R.T.Erdoğan’ın seçimle gitmesini sağlamak bu çevrelerin ana gündemi olmuş görünmektedir. Hatta bu temel hedef için burjuva muhalefete seçim taktikleri vermekten, adayın kim olması gerektiğine kadar bir dizi tartışma hararetle sürdürülmektedir. Kimi reformist partiler başkanlık seçiminin ikinci tura kalması durumunda, üzerlerine düşen tarihsel görevi yerine getirecekleri ve burjuva muhalefetin adayını destekleyeceklerini açıklamış durumdadırlar.

Kitlelerde AKP-MHP iktidarına karşı “elim kırılsaydı da oy vermeseydim” tepkisi böylelikle solculuk ve ilericilik adına burjuva muhalefetin adayı arkasında yedeklenmek istenmektedir. Bu noktada ön plana çıkan hususlardan biri de “burjuva muhalefetin şu adayı olursa oy verilir bu olursa oy verilmez” tartışmasıdır. Bu türden bir söylemi dillendirmek, iktidarı ve muhalefetiyle hakim sınıf klikleri temsilcilerinin aynı sınıfın çıkarlarını temsil ettiği gerçeğini karartmaktan başka bir anlama gelmemektedir.

Halkı “İslamcı burjuva”ların mı yoksa “Kemalist burjuva”ların mı sömüreceğine karar vermek kendini halk saflarında konumlandıranların işi değildir ve olmamalıdır. Yıpranmış bir AKP yerine “yenilenmiş” CHP önderliğinde düzenin seçimle restorasyonuna omuz vermek tarihsel bir hata olacaktır. Hatta denilebilir ki AKP iktidarından hoşnut olmayan, “yeter ki Tayyip gitsin” söylemini güçlendiren her anlayış, seçimle yenilenmiş ve tazelenmiş Türk devlet aygıtının, Kürt-Türk uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye halkının daha fazla sömürülmesine, işkence ve katliamlarına destek olacaktır.

Bu klik temsilcilerinin partileri madalyonun iki yüzü gibidirler. İktidarı ve muhalefetiyle burjuva kliklerin başta kendi sınıf çıkarları olmak üzere halk karşıtlığında, temel meselelerde birbirlerinden farkı yoktur. Örneğin halkı sömürmek konusunda, Kürt ulusal sorunu konusunda aynı zemindedirler. “Aslan sosyal demokrat” CHP’nin “anayasaya aykırı ama” diyerek milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına evet dediği ortadadır. Kürt ulusunun her türlü kazanımına karşı AKP’den daha “şahin” söylemleri bilinmektedir. Hatta R.T.Erdoğan’ın seçim çalışmasının ürünü olarak propaganda edilen Yunanistan ve Adalar meselesindeki şovenist söylemi “bir gece ansızın gelebiliriz” saldırganlığına karşı “yapıyorsan yap” diyen K.Kılıçdaroğlu’nun söylemi ortadadır. Bu konuda örnekler çoğaltılabilir.

Dolayısıyla seçim sathı mahalline girildiği koşullarda halk kitlelerinin “kırk satır mı kırk katır mı” ikilemi içerisine sokulması affedilemez bir hatadır. Türkiye halkı her iki hakim sınıf kliğine ve onların temsilcisi partilerine mahkum değildir. Halihazırda işçi sınıfının ve emekçi halkın kendi sınıf çıkarlarını önceleyen devrimci bir alternatifi vardır. Bu mücadele kimi yetmezliklerine ve eksikliklerine rağmen işçi sınıfının ve halk kitlelerinin sömürüden kurtuluşunu, özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve devrim özleminin yegane adresidir.

 

Gerçekleri propaganda etme görevi

Burjuva muhalefetin özellikle ekonomik krizin halk kitlelerini derinden etkilediği ve kitlelerin içinde bulundukları duruma yönelik tepkisini kendi klik çıkarları arkasında yedekleme çalışmalarının tüm hızıyla sürdüğü koşullarda, kendilerine solcu ve hatta “komünist” olarak adlandıran bir kısım çevrede sürdürülegelen “Türk bayrağı” tartışmasına dikkat çekmek gerekir. 30 Ağustos vesilesiyle Kemalizm mirasçılığı ve Kemalist ideolojinin emperyalizmle işbirliği olduğuna işaret etmiştik. Türk bayrağının devrimciler ve hatta komünistler tarafından kullanabileceğini savunmak, ciddi ciddi bunun üzerinden bir tartışma yürütebilmek gelinen aşamada kendilerine solcu ve hatta komünist diyen bu çevrelerin durumunu özetler niteliktedir.

Türk bayrağıyla bir problemi olmadığını söyleyen ve bunu hararetle savunanların TC devletinin işkencehanelerinden geçmedikleri ve hapishanelerinde kalmadıkları anlaşılıyor. Bu çevreler kendi milli marşını ve bayrağını bile devrimci tutsaklara işkence aracı olarak kullananların varlığından bihaberlerdir. Türk hakim sınıfları ve onların devlet görevlileri bile kendi bayraklarına ve istiklal marşlarına böyle sahip çıkarken kendine komünist olarak tanımlayanların Türk bayrağı savunusuna girişmeleri manidardır. Bu durum Kemalist ideolojinin bu çevreler üzerindeki etkisiyle açıklanabilir. Ve bir dönem Doğu Perinçek çizgisinin temsilcisi olduğu ve karşı devrim saflarına açıktan ilhak etmesiyle boşalan sosyal şovenist saflara aday olunmakla ilgilidir.

Türkiye halkına derin bir ekonomik kriz yaşatıldığı, yoksullaşmanın daha da artığı ve halkın alım gücünün hissedilir biçimde düştüğü içinde bulunduğumuz koşullarda gerçekleri propaganda etmek daha bir önem kazanmaktadır. Gerçeklerin devrimciliğine yaslanmak, halka sadece ve sadece doğruları anlatmak uzun vadede kazandıracaktır. Türk hakim sınıfları ve onların devletinin pratiği tarihsel tecrübeyle sabit olduğu üzere geniş halk kitlelerine “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” pratiğidir. Halkımız “ey” diye naralanan ve “haddinizi bilin” diyen R.T.Erdoğan’dan “vız gelir tırıs gider” diyerek ve “akıllı olun” ayarını veren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu arasında bir tercih yapma zorunluluğu içinde değildir.

Üzerinde mücadele yürüttüğümüz toprakların sınıf mücadelesi pratiği zengindir. Halkımızın uzun bir tarihsel sürece dayanan tarihsel direnme ve mücadele etme pratiği vardır. Devrimci çizginin ve pratiğin gelinen aşamada geriye düşmesi, kendi içinde sürece yanıt olmada kimi yetersizlikler taşıması kimseyi yanıltmamalıdır. Devrimci hareketin yetmezliklerine yaslanarak kendine alan açmaya çalışan, kitle hareketinin kendi içinde biriktirdiği öfke ve tepkiyi düzen içine hapsetmeyi hedefleyen her türden anlayış bilmelidir ki ne hakim sınıfların kayıkçı kavgası ne de düzen içi reformist, legalist anlayışlar, halkın biriken öfkesinin karşısında duramayacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu