GüncelMakaleler

Politik Gündem | Çürüme ve Çözülme; Örgütlenme ve Devrimci Müdahale!

"31 Mart’a kadarki dönemi, faşist diktatörlüğün saldırılarını geriletmek ve püskürtmek, direnişi ve fiili mücadeleyi büyütmek adına yığınlarla daha fazla bağ kurmak ve örgütlenmek perspektifiyle ele almak doğru olandır"

Dünyanın en ücra köşesine kadar el atılmadık yer bırakmayan emperyalist-kapitalist sistem, büyük bir hızla yerküre ile birlikte insanlığı da felakete sürüklüyor.

Kapitalizm, uluslararası işçi sınıfının ve dünya halklarının emeği ve alınterini, tüm birikimlerini adeta bir vampir gibi emiyor. Bu vahşi ve barbar sistem sadece ezilenlerin emeğini sömürmüyor onunla başat bir şekilde yeryüzünün tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını da sınırsız ve dizginsiz bir şekilde talan ediyor. Literatüre “Küresel Isınma” olarak giren ve doğanın kapitalizme verdiği bir tepki olarak ortaya çıkan tsunamiler, büyük seller, dondurucu soğuklar ile hortumlar ise bunun sonuçlarından sadece bir kısmı. İşin ilginç yanı ise bu söylediklerimizin bizim tespitimiz olmaması. İsviçre’nin Davos kentinde gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu (16 Ocak 2019) öncesinde her yıl düzenli bir şekilde kamuoyuna duyurulan İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın Forbes ve Credit Suisse’’in verilerini kullanarak hazırladığı rapor bu gerçeği itiraf ediyor.

Söz konusu raporun dünyadaki gelir dağılımına yönelik vurguları emperyalist-kapitalist sistemin bugünkü durumda geldiği aşamaya ve yeryüzünde ezenler ile ezilenler, sömürenler ile sömürülenler arasındaki çelişkilerin hangi düzeye ulaştığına da ışık tutuyor.

Söz konusu rapora göre, 2018’de en zengin 26 kişinin sahip olduğu servet, en yoksul 3,8 milyar insanın serveti ile eşit. 2015’ten bu yana dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin toplam serveti de dünyanın geri kalan yüzde 99’undan daha fazla. Dünyanın en zenginleri geçen yıl servetlerine günde ortalama 2 milyar 500 milyon dolar eklediler. Yani bir yılda tam 900 milyar dolar kazandılar! Yine rapora göre, dünyadaki milyarder sayısı işçi sınıfı ve emekçilerin dünya ezilen halklarının büyük bir şekilde yoksullaştığı 2008 finansal krizinden bu yana iki katına çıktı! Brezilya ve İngiltere gibi bazı ülkelerde en yoksul yüzde 10’luk kesimin, bütçelerine oranla zenginlerden daha fazla vergi veriyor olması bu servetin nasıl oluştuğunu da gösteriyor. Kuşkusuz bu durum dünyadaki tüm ülkeler için geçerli: Çalışanlar, emekçiler patronlardan daha fazla vergi ödüyor! Oxfam Direktörü Winnie Byanyima, yaşanılan bu eşitsizliğin henüz iyi günlerimiz olduğunu ise şu sözlerle dile getiriyor:

Zengin-fakir arasındaki uçurum giderek büyüyor ve bu durum giderek daha büyük öfkeye neden oluyor!

Uluslararası ölçekte sermayenin bu denli yoğunlaşması, küresel düzeyde bir yandan emperyalistler arası çıkar dalaşının derinleşmesini diğer yandan ezenler ile ezilenler arasındaki çelişkinin giderek büyümesini de beraberinde getiriyor.

ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları, ABD emperyalizminin İran’ı topun ağzına koyması; Suriye’de yaşananlar, Yemen’de büyük bir trajedi eşliğinde yaşanan iç savaş ve buna eklenebilecek çok sayıda gelişme emperyalistler arasındaki hegemonya dalaşının, sermayenin yoğunlaşmasına paralel bir şekilde geliştiğini, katlandığını ve bunun da bugünkü durumda bölgesel savaşlara dönüştüğünü gösteriyor. Kuşkusuz söz konusu savaşlarda yaşamını yitiren, evsiz yurtsuz kalan, göç etmek zorunda kalan, tacize ve tecavüze uğrayan kısacası büyük bir yıkımla karşı karşıya kalan ezilen halklar oluyor. Uluslararası silah ticaretini araştırma kurumu olan SİPRİ, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist devletlerin silah ticaret hacmini son 10 yılda devasa büyüttüklerinin altını çizerek, en fazla ticaretin yapıldığı yerin de Ortadoğu olduğunu duyuruyor.

Uluslararası konjonktüre yönelik bu tablo Türkiye’de yaşanan gerçekliğin arka planını anlamak açısından büyük önem taşıyor. Coğrafyamızda yaşananlar, gelinen aşamada emperyalizmin korkunç bir sömürü ile dünyayı pençelerine aldığı, dünya genelinde demokratik hak ve özgürlüklerin tırpanlandığı, kazanılmış hakların gasp edildiği büyük bir yoksullaşma ve yoksunlaşma buna eşlik eden ve de yükseliş trendini istikrarlı bir şekilde sürdüren radikal sağ (faşizm) ve otoriterleşen siyasi yönetimler gerçekliğinde anlam kazanıyor.

 

İşçiler Ölüyor Sermaye Büyüyor!

2012’den bugüne, hükümet olmaktan iktidar olmaya doğru adeta sınıf atlayan AKP’nin, 17 yılın sonunda bugünkü tablosu bu genel resim içinde yerli yerine oturuyor.

Büyük vaatlerle, yığınların Kemalist erke yönelik tepkilerini arkasına alarak, ciddi bir kitlesel destekle hükümet koltuğuna oturan AKP, zaman içinde Türkiye kapitalizminin Ortadoğu ve dünyada kat ettiği mesafeler ve ihtiyaçları ekseninde bir değişim ve dönüşümden geçerek bugüne geldi. AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin komprador burjuvazisi, küresel seçkinler ağı içinde çok hızlı bir yükselişe geçerek büyük bir atakla kârına kâr kattı. TC sınırları kendisine dar gelen Türk büyük burjuvazisi, ilk olarak Suriye ve Ortadoğu’yu daha geniş bir yelpazede Balkanlar, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’yı radarına aldı. Sömürü ve yağmanın sınırları bu bölgelere kadar genişletildi. AKP iktidarının yeni-Osmanlıcılık şeklinde tarif edilen dış politikasını bu çerçevede incelemek gerekir.

Açık ki tıpkı dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da burjuvazinin tüm bu servetinin temeli emekçilerin ve ezilenlerin daha fazla sömürülmesi ve kazanılmış haklarının gasp edilmesine dayanıyor. Sözgelimi, geçen yıl ücretlilerden 83.3 milyar lira Gelir Vergisi alınırken, şirketlerin ödediği vergi 78.6 milyar lirada kalmıştır. Türkiye’nin en zenginlerinin serveti ise geçen yıla göre 18,5 milyar dolar artarak 121,4 milyar dolara yükseldi. Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, 4,8 milyar dolarlık kişisel serveti ile Forbes’in “En Zengin 100 Türk” listesinde birinci oldu. Listenin ilk üç sırasında son 15 yılda büyüklüğünü 136 kat artıran Koç, 213 kat artıran Sabancı ile Ülker Ailesi yer alıyor.

Milyarder ailelerin toplam serveti 101,5 milyar dolara ulaşıyor.

Ne var ki zenginler dünyasının bu göz kamaştıran yükselişi, işçi ve emekçilerin kanı canı ve emeği pahasına oluyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) hazırladığı rapora göre, Ocak ayı içerisinde en az 155 işçi yaşamını yitirdi. Bunlardan 15’i, çalıştıkları ya da barındıkları işyerlerinde ısınmak isterken yanarak veya zehirlenerek hayatını kaybedenler. Bu dizginsiz sömürü ve yağma da bile denizin bittiği bir noktaya gelinmiş bulunuyor. Varlık Fonu’nun, iki yıl vadeli, bir milyar Euro borçlanmak için Citigroup ve Çin Sanayi Ticaret Bankası (ICBC) ile bir anlaşma yapması da buna işaret ediyor (Bloomberg, 7 Şubat 2019). Yönetim Kurulu’nda Erdoğan ile damat Albayrak’ın bulunduğu ve bünyesinde Ziraat Bankası, Halk Bank, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), BOTAŞ, Türksat, THY, Milli Piyango, Borsa İstanbul, TCDD gibi çeşitli varlıkların bulunduğu Fon bile iktidarın krizine derman olamıyor.

Hiçbir yasal denetime tabi olmayan, hükmünden sual olunamayan Varlık Fonu ile AKP iktidarı ekonomi dişlisinin çarklarını daha fazla borçlanma anlamına gelecek olan borç yöntemi ile çözmeye çalışıyor.

Ancak her şeye rağmen sokakta sular feci halde ısınıyor. Temel gıda maddelerinde yaşanan artış ve zamlarla geniş emekçi yığınlar büyük bir sefalet cenderesinde terbiye ediliyor. 17 yıllık iktidarının sonunda hem de 24 Haziran seçimlerinde tek kurtuluş olarak servis ettikleri Başkanlık rejiminin Hitlervari yetkilerine rağmen fena halde köşeye sıkışan bir iktidar gerçekliği ile karşı karşıyayız. AKP iktidarı, siyasal ve toplumsal yaşamın gerçekliği bunun açığa çıkardığı çelişkiler karşısında büyük bir yapı bozumuna, çürüme ve çözülmeye uğruyor.

Hal esnafının ve marketçilerin vatan haini ve düşman ilan edildiği, Sivas’ta kadro isteyen işçilere fırça atıldığı, en büyük oy deposu Konya’da “açım, ineğimi sattım” diye feveran eden köylünün boğazının AKP’lilerce sıkıldığı; “Hırsız bizim hırsızımız” sözleriyle vurgunun ifşa edildiği başka bir iklime gelmiş bulunuyoruz. 16 yıllık öykünün sonunda suçlanacak bir muhalefet bulmayınca hayali aktörlerden düşman üreten bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bugün AKP, Erdoğan nezdinde, güç ve iktidarla özdeşlemiş içi boş bir mekanik bir aparat olarak duruyor.

Bundandır ki iktidarın halkı daha fazla açlık ve sefalete sürükleyen icraatlarını ve de doğrudan halktan gelen eleştirileri ancak ve ancak ‘ulu hakan’, ‘reis’ yanıtlayabiliyor. Zira AKP bir siyasi aparat olarak çoktan rant yağma ve talanın adresi dahası bunların çürüttüğü ve çözdüğü bir parti durumunda. Bugün onu ayakta tutan, devletin merkezi otoritesini ve iktidarını başkanlık rejimi eliyle temsil eden güçlü ve karizmatik liderin varlığı ve hakimiyetidir. Başka bir deyişle sistemin ideolojik-politik ve kültürel hegemonyasıyla zehirlenmiş yığınlar dışında kalan milyonlarca emekçi halk için gözaltı, tutuklama ve hapishane ile yola getirme, terbiye etme demektir.

 

CHP’ye Rağmen CHP’yi Desteklemek!

Açık ki hâkim sınıflar cephesinde işler pekiyi gitmemektedir. Siyasi ve ekonomik göstergelerin anlattığı rant ve beton ekonomisiyle yolun burasına kadar gelinebileceğidir. Bundan sonrası için tablo son derece meçhuldür. Ama içerde birbirlerini yeseler de devletin bekası adına, çarkların dönmesi ve kasaların euro-dolarlarla dolması adına düzen partileri yine de el birliği yapmaktadır.

7 Haziran 2015’ten bugüne değin yapılan tüm seçimlerde özellikle de Kürt hareketine yönelik tasarruflarda ve de sınır ötesi operasyonlarda büyük bir söz birliği ettiklerine tanık olduk. Yakın zamanda 24 Haziran seçimlerinde ve Afrin’e yönelik işgal harekâtında yaşananları bile hatırlamak bunu anlamak açısından yeterlidir. AKP-MHP’nin ‘Cumhur İttifakı’, CHP-İYİ Parti’nin ‘Millet İttifakı’nın devletin bekasıyla çizilen aynasında bir yansımadan ibarettir.

Yerel seçim sathı mahalline girdiğimiz bu günlerde bu gerçekliği görmek ve kavramak büyük bir önem arz ediyor. Bu gerçeklik ittifak ve taktik politika adına yapılacaklarında sınırlarını çizmektedir. Nitekim yerel seçimlerde HDP’nin batıda AKP-MHP ittifakını geriletmek adına CHP’yi destekleme tavrını bu pencereden yorumlamak gerekir. Hâkim sınıfların, AKP eliyle toplumu gerici-laik söylemi etrafında kutuplaştırma politikasında özellikle de son yıllarda çok önemli mesafeler kat ettiği bilinmektedir.

HDP bu politikası ile geniş emekçi yığınları, iki kutuplu bir siyasi düzlemle karşı karşıya bırakmıştır. Başka bir deyişle geniş emekçi yığınlar seçeneksiz bırakılmıştır. Bu yaklaşımın, AKP-MHP’yi geriletme şansı yoktur. Zira zaten AKP’yi iktidara taşıyan, sıkıştığı her dönemde ona can simidi atan ve sistemin re-organize edilmesi sürecinin perde arkasındaki aktörü CHP’dir.

Diğer yandan AKP-MHP ittifakını geriletmek için oy verilmesi istenen CHP’nin merkezi düzeyde ittifakı İYİ Partidir. HDP, CHP’ye rağmen CHP ile birlikte hareket etme adına bir taktik geliştirmiştir ki bu siyasi alanda yığınların CHP çizgisine çekilmesi demektir.

Kuşkusuz yerel seçimler, genel seçimlerden farklıdır ve burada yerelin dinamikleri önem kazanmaktadır. Ne var ki bu durumda bile HDP’nin kazanma şansı oldukça düşük olan Batıda CHP’yi destekleme tutumu bir anlam taşımamaktadır.

 

Kahredici Darbeler İndirmek İçin…

Diğer yandan son birkaç yılda yaşananlar ibrenin seçimler başlığında sandıktan başka bir yöne, fiili-meşru mücadeleye, sokağa ve kitlelerin örgütlü gücüne çevrilmesi gerektiğini göstermiştir.

Seçim, sandık vb. dönemler ve araçlar elbette önemlidir. Ancak aslolan bunların hangi bakış açısıyla ve ne tür taktik politikalarla ele alındığıdır. Sokağın, fiili meşru mücadelenin ve kitle direnişinin geliştirilmesi bağlamında seçimler önemli kavşaklar olarak önem taşır. Bu süreçler, sokak ve direniş açısından, örgütlülüklerin geliştirilmesi, meşru mücadelenin büyütülmesi penceresinden analiz edilmelidir. Aksi durumda birbirini tekrar eden ve rejimin kendini sandık- seçim-hile denkleminde kurumsallaştırdığı bir siyasi oyunun parçası olunur.

Oysa devrimci politika açısından yapılması gereken, tüm bu siyasal süreçlerde bağımsız bir politika izleyerek üçüncü değil ikinci bir seçenek olarak yığınların karşısına çıkmak, farkını ortaya koymak ve tüm bu süreçleri fiili-meşru mücadeleyi geliştirmek, sokağı daha fazla işgal etmek bağlamında değerlendirmek olmalıdır.

“Direnişi Büyütmek ve Faşist Saldırganlığı Püskürtmek İçin Bir Adım İleri” parolasıyla yerel seçimlerde devrimci, ilerici ve yurtsever adaylara yönelik çağrımızda bu çerçevede anlam kazanmaktadır. Temel çıkış noktamız, 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana, faşizmin zulmü altında adeta kara kışa çevrilmek istenen coğrafyamızda ezilenlerin meydan okumasına katkı sunmaktır.

Açık ki bunun yolu ceberut devletin gadrine uğramış tüm kesimlerin birleşik mücadelesini geliştirmekten geçmektedir. 24 Haziran seçimlerinde, HDP’nin baraj altında bırakılmak istenmesine karşı elde edilen başarı tamda bunun birleşik direnişin ve mücadelenin sonucu olmuştur. Bugünkü siyasi atmosfer buna son derece uygundur. Faşist diktatörlüğün, devrimci, ilerici ve yurtseverlere dahası kendi cephesinde CHP ve hatta İYİ Partiye fena halde saldırdığı, hedef tahtasına koyduğu bir dönemi yaşıyoruz.

AKP iktidar, kadınları, LGBTİ+’ları, Alevileri, Kürtleri kısacası kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan, uygulamalarına karşı çıkma potansiyeli taşıyan herkesi şer odağı ilan etmektedir. Toplumun değişik tabaka ve kesimlerinden yükselen sesler direniş düzleminde bir araya gelmektedir. Öyleyse proleter devrimcilerin yapması gereken, yığınların faşist diktatörlüğe karşı gelişen bu direnişini, birleşik bir mücadele hattında örgütlemek için çaba sarf etmek olmalıdır.

Kuşkusuz bunun bazı belirleyenleri vardır. Her şeyden önce dost güçlerle, birleşik mücadelenin temellerinin daha sağlam zeminlere oturtulmasını hedefleyen sıkı bir ideolojik hesaplaşmaya girmek gerekir. Diğer yandan güçlü, etkin bir devrimci örgütü geliştirmek elzemdir. İşte bugünkü tarihsel kesitte bizim için temel olan tamda budur: Kitlelerle kaynaşmak ve örgütlemek, örgütlenmek!

31 Mart’a kadarki dönemi, faşist diktatörlüğün saldırılarını geriletmek ve püskürtmek, direnişi ve fiili mücadeleyi büyütmek adına yığınlarla daha fazla bağ kurmak ve örgütlenmek perspektifiyle ele almak doğru olandır! Ancak bu yapılabildiği oranda bugün giderek çözülen ve çürüyen, çıkardığı kokuyla da herkesi zehirleyen AKP iktidarına kahredici darbeler indirilebilir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu