GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Dünyanın Ezilenleri Sokakta; Çaresizliğin Panzehri İtaat Değil İsyandır!

Ezilenler, dünyanın dört bir yanında, onlara sefalet ve yoksulluk ile işsizlik dışında bir şey getirmeyen mevcut duruma, statükoya başkaldırıyor. Özgünlükleriyle farklı biçimler alsa da isyanların en önemli ortak noktasının bahsini ettiğimiz bu değişim talebi olduğunu söylemek mümkün.

Yerküre 2019’un son günlerinde iyiden iyiye ısınmış durumda. Dünyanın baldırı çıplakları, ezilenleri; açlık, sefalet ve zulme başkaldırıyor, isyanı yükseltiyor ve direnişi büyütüyor. Güney Asya’dan Latin Amerika’ya, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu ve Kafkaslar’a oradan Avrupa’nın beşiğine, işçi sınıfı ve emekçiler, kadın ve LGBTİ+’ler başka bir deyişle dünyanın ezilenleri, mahkûm edilmek istendikleri karanlığa meydan okuyor, bulundukları her yerde bir direniş meşalesi yakarak karanlığın üstüne yürüyor.

Eylem ve direnişlere koşut, bedellerle beslenen meşale kısa sürede alazlanıyor ve dünyanın başka bir kıtasında ezilenlere ilham kaynağı oluyor. Kendisine dayatılanı reddetme duygusu, duruşu ve pratiği, kurulu düzene yönelik güçlü itirazlar; insanca bir yaşam, demokrasi ve özgürlük adına değişim talebi dünyayı sarmış durumda.

Bahsini ettiğimiz gerçek emperyalist karargâhlarda 2000’lerin başında “21’inci Yüzyıl Ayaklanmalar Yüzyılı Olacak” öngörüsünü teyit eder nitelikte. 17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan oradan Asya ve Ortadoğu’ya yıldırım hızında yayılan, domino etkisiyle girdiği her yeri kasıp kavurarak nihayetinde emperyalist-kapitalist düzenin kalbine, “Wall Street’i işgal et” şiarıyla saplanan hareketin dumanı henüz sönmemişken, dünya yeni bir isyan dalgası ile karşı karşıya.

Kuşkusuz bu kadar kısa süre içinde birbiri ardınca hem de çok geniş bir coğrafyada patlak veren ve hızla yayılan eylem, direniş ve isyanlar somut bir gerçeğe işarete diyor: Emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu ağır ve derin krize!

Emperyalist sistemin karakterinin bir sonucu olarak ortaya çıkan aşırı üretim döngüsünün bir sonucu ile karşı karşıyayız. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal niteliği arasındaki çelişki, gelinen aşamada artık dünya halkları ve ezilenlerini açlık, sefalet ve işsizlik kıskacında nefes alamayacak bir noktaya getirmiş durumda.

Bir önceki isyan dalgasının, emperyalist sistemin 2008 küresel krizi sonrası patlak vermesi nasıl bir tesadüf değilse bugünde öyle!

Kapitalist-emperyalist düzen, içinde debelendiği krizin faturasını dünya halklarına, uluslarına ezilenlerine kesiyor.

Emperyalistlerin çeşitli gerekçeler altında farklı isim ve oluşumlarla çıkardığı bölgesel savaşlar bile dünyanın ezilenlerinin biriktirdiği öfke ve enerjinin deşarj olmasına yetmiyor. Emperyalistler ve onların işbirlikçi, uşakları, türlü oyunları ve gelişmiş ideolojik aygıtlarına rağmen ezilenlerin öfkesinden kurtulamıyor.

Nihayetinde sokağa çıkan dünya halkları kendi zalimlerini hedef tahtasına çivilemekten imtina etmiyor.

Şili

2019 yılı, Mağrip’ten Maşrık’a yeni bir halk isyanı dalgasına sahne oldu. Tunus, Cezayir, Ürdün ve Sudan’daki isyanları, üzerindeki ölü toprağı atan Mısır ile Irak, Lübnan ve İran’daki öfke patlamaları, ardından Şili, Bolivya ve Kolombiya’daki isyanlar takip etti. Bu ülkelerin gerek kendine özgü siyasi koşulları gerekse iç dinamikleri bakımından farklılıkları olsa da benzer sosyo-ekonomik sorunları bulunuyor: Yoksulluk, eşitsizlik ve güvencesizlik!

Bundan önceki dalgada, “tek adam” rejimlerinin şahsında somutlaşan neo-liberal politikalara isyan eden kitleler, bugün Lübnan, Irak ve İran’da etnik-mezhepsel oyunlara, Bolivya ve Kolombiya’da emperyalistlerin doğrudan müdahalelerine rağmen rejimleri hedef alıyor.

Hong Kong’ta Çin emperyalizminin müdahalelerine, bölgesel yönetimin anti-demokratik uygulamalarına ve yasaklarına karşı 2018’den devreden isyan ve direniş, gökyüzüne atılan adeta bir işaret fişeği işlevi gördü.

Hong Kong, kendisine dayatılana karşı çıkan ezilenlerin sokak ısrarı, giderek radikalleşen ve sisteme yönelen özelliği ile diğer direniş ve isyanların da adeta öncüsü oldu. Hong Kong’ta kırılan fay hattı, her coğrafyada kendi özgünlükleriyle daha büyük ve sarsıcı, yıkıcı sonuçlara yol açtı.

Lübnan’da halk, WhatsApp vergileri üzerine sokağa dökülse de, vergi paketi bardağı taşıran son damlaydı. Hükümetin yolsuzluklarının ve gelir adaletsizliğiyle dolan bardağı taşıran son bir damla!

Irak halkı ise 2011, 2013, 2015-16 ve 2018’deki eylemlerde olduğu gibi, bir kez daha işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve kamu hizmeti yetersizliği nedeniyle sokaklardaydı. Irak’ta işsiz üniversite mezunlarının öncülüğünde başlayan isyan “haklarım için protesto ediyorum” şiarıyla büyüdü. Irak halkının, “Başbakan ve yozlaşmış parti sistemi değişmeden durmayacağız” sözleri ise isyanın politik muhtevasına işaret ediyor.

Ne Adil Abdülmehdi hükümetinin açıkladığı reform paketleri ne de en az 330 kişinin katledilmesi ve 15 binden fazla kişinin yaralanması isyanı durdurabildi. Halk, Irak’ın ABD ve İran’ın çatışma sahası olmasına itiraz ediyor.

Irak

Bağdat Tahrir Meydanı’ndaki: “Kurtul zincirlerinden ey vatan!” duvar yazısı da bunu anlatıyor!

İran’da isyanı tetikleyen akaryakıta yapılan zam olurken yaptırımlarla ciddi bir ekonomik darboğaza giren İran yönetici sınıfları bu ablukanın faturasını İran halkına kesiyor. Endonezya’da isyan; yeni ceza kanununda Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun zayıflatılmasını, evlilik dışı birliktelik, eşcinsel ilişki, tıbbi zorunluluk dışında kürtaj ve devlet başkanına hakaret gibi eylemlerin de suç kapsamına alınmasını öngören değişiklikler üzerine başladı.

Azerbaycan’da ise yolsuzluk ve rüşvet bataklığı, Şili’de metroya yapılan ulaşım zammı direniş ateşini tutuşturdu! İsyan, Ekvador’da akaryakıt zammına, Katalonya’da siyasal özgürlükler uğruna, Mısır’da Sisi diktatörlüğüne karşı büyüyor.

Direniş kervanı Bolivya ve Kolombiya’yı da katarına ekleyerek yoluna devam ediyor!

Farklı ülkelerdeki isyanların ortak yanı, gelir adaletsizliğine, eşitsizliklere, devlet yapısındaki çürümeye, yıllardır ülkeyi yöneten iktidarların yolsuzluğa, rüşvete batmış olmasına, baskıcı yasalara, polis ve ordu ile halkın taleplerinin bastırılmasına duyulan tepki oluşturuyor!

Yaşananlar, neo-liberalizmin ideologlarının devletin küçülmesi, özgürlüklerin artması diye sunduklarının ne denli büyük bir yalan ve aldatmaca olduğunun da ilanı demek. Dünya sokaklarındaki isyanın neo-liberal dönemin yeni bir büyük dalgası olduğunu söylemek mümkün.

Bu hareketler her defasında bir öncekine göre kitleselleşiyor, direngenliği artırıyor, eylem biçimleri çeşitleniyor ve radikalleşiyor.

Kuşkusuz bunun arkası da gelecek!

Ezilenler, dünyanın dört bir yanında, onlara sefalet ve yoksulluk ile işsizlik dışında bir şey getirmeyen mevcut duruma, statükoya başkaldırıyor. Özgünlükleriyle farklı biçimler alsa da isyanların en önemli ortak noktasının bahsini ettiğimiz bu değişim talebi olduğunu söylemek mümkün. İsyanların bir başka ortak karakteri ise kendiliğinden olması.

Tıpkı bir önceki dalgada olduğu gibi isyan ve direnişler, ezilenlerin kendiliğinden sokağa çıkışı ile kendi merasında herhangi bir politik oluşum, grup ve ya partinin önderliği olmadan yol alıyor. Kuşkusuz bu durum isyanının emperyalistler ve onların işbirlikçi uşak rejimleri tarafından manipüle edilmesi ve sönümlenerek yenilgiye uğratılmasını da kolaylaştırıyor.

İsyanlarda çok baskın bir değişim talebi öne çıksa da, kapitalist sistemin kendisinden öte sonuçlarına odaklanma durumundan bahsetmek mümkün.

Tepkiler direnişin uzamasına paralel giderek politikleşse ve sistemin merkez yapılarını hedef alsa da alternatif bir program ve yahut demokratik halk iktidarı ile sosyalizm çıkışı son derece zayıf. Tüm bu saydıklarımız söz konusu isyanların da aynı zamanda zayıf karnını oluşturuyor.

Savaş Politikaları Ezilenlerin İsyanını Ancak Öteleyebilir Ama Durduramaz!

Dünya halklarının statükoya itiraz eden, değişim isteyen bu direniş dalgasının Türkiye ve Kürdistanı teğet geçmeyeceğini söylemek çok iddialı olmayacaktır.

Coğrafyamızda ‘Gezi İsyanı’ olarak vuku bulan direniş tamda bir önceki dalganın topraklarımızdaki yansımasıydı!

Er ya da geç, söz konusu dalga, topraklarımızda zaten aşırı derecede ısınmış ve şiddetlenmiş fay hattını kıracak bu da yıkıcı ve sarsıcı sonuçlar yaratacaktır. Gelinen aşamada bunun koşulları fazlasıyla oluşmuş durumdadır. 2015’ten bugüne süregelen ağır bir baskı ortamında ezilenler nefes almaya çalışıyor.

İşçi sınıfının, emekçilerin, Kütlerin ve Alevilerin; kadınların, LGBTİ+ların her türlü hak arama girişimi büyük bir devlet terörü ile karşılanıyor.

Kadınlar ise “ayrıcalıklı” olarak, Türk devletinin nişangâhında. Kadın katillerine ceza indirimlerini, kız çocuklarına yönelik cinsel istismar suçlularına yönelik af düzenlemesi takip ediyor. Türk devleti, Şili’de pantomim sanatçısı Daniela Carrasco’yu tecavüz ederek öldüren, akabinde de eylemlerdeki polis şiddetini haberleştiren kadın gazeteci Albertina Martinez Burgos’u katleden Şili devletinden ilham alıyor.

Türk devleti, kadınların Kolombiya ve Lübnan’da isyanlara rengini veren gerçekliği karşısında şimdiden taarruza geçmiş durumda. HDP’li kadın belediye başkanlarına yönelik tutum, İstanbul’da 25 Kasım’a yönelik keyfi yasakta buna işaret ediyor.

Bugün toplumun hemen her kesimi büyük bir öfkeyi bağrında büyütmüş durumda. Toplumsal panorama Gezi İsyanı öncesine fena halde benziyor!

Türk hâkim sınıflarının böylesi bir analiz ve öngörüyü ezilenlerden önce yaptığına ise şüphe yok. Süreklileşen dahası Kuzey Doğu Suriye’ye/Rojava’ya yönelik işgal saldırılarıyla ağırlaştırılan OHAL Rejimi de sahada yaşanması muhtemel olana dair bir ön alma anlamına geliyor.

Egemen sınıflar, AKP iktidarı eliyle savaşı, bir kez daha, çığ gibi büyüyen gelir eşitsizliğinden beslenen çelişkilerin üstünü örtecek bir peçe olarak kullanıyor.

TC devletinin ilan edilen ateşkese rağmen DAİŞ artığı çeteleri eliyle Serekaniye’de, Til Temir ve birçok bölgede sürdüğü işgal saldırıları savaştan hâlâ önemli oranda medet umduklarını gösteriyor.

R.T.Erdoğan’ın “takdim” etmek üzere mektubuyla düzenlediği ABD ziyaretini de bu kapsamda yorumlamak gerekiyor. ABD ile Rusya arasında adeta salıncak misali sallanan Türk dış politikasının merkezindeki Kuzey Doğu Suriye’ye/Rojava’ya yönelik işgal operasyonları, tam da iç politikada ezilenlerin mücadelesini bastırmak adına işlevli bir aparat olarak hayat buluyor.

Bunun uzun vadede sürdürülemeyeceği ise açık. Hazine ve Maliye Bakanlığının ekonomiye ilişkin yorumları garanti altına almak adına gündeme getirdiği hukuki yaptırımlar, ne düzeyde sıkıştıklarının itirafı niteliğinde.

Berat Albayrak’ın hazinenin başında olmasına R.T.Erdoğan dışında kimsenin ikna olmadığı gerçeği yargı marifetiyle yaratılacak bir korkuyla gizlenmek isteniyor.

Ancak mesele sadece damatla sınırlı değil. Kriz temelde emperyalistlerin içinde bulunduğu bugünkü durumdan kaynaklanıyor, Türk hâkim sınıflarının talan ve yağma politikalarıyla beslenerek büyüyor.

AKP iktidarı, sadece 2020 yılı bütçesinde 28 milyar lira daha fazla vergi toplamayı hedefliyor. Öte yandan icra iflas dosyaları 20 milyonu aşmış durumda ve her gün 7 bin yeni dosya daha ekleniyor. Sadece 2016-2018 dönemleri arasında 18 milyona yakın elektrik abonesinin elektrikleri ödenmeyen faturalar nedeniyle kesildi.

Bu tablo içinde ezilenler büyük bir çaresizlikle karşı karşıya.

İşgal ve Krize Karşı Birleşik Mücadele!

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin dahası düzen içi muhalefetin bile umut olamadığı böylesi ağır bir konjonktürde ezilenler çareyi intihar etmekte buluyor. Çaresizlik açık ki yıkıcı bir duygu. Sistemden bir beklentinin ve umudun kalmadığına işaret ediyor. Öte yandan buna karşı mücadele umudu ve direncinin kalmadığını da gösteriyor.

Ne var ki diyalektik hükmünü sürdürüyor. Zulmün ve baskının olduğu yerde direniş ve isyan mayalanıyor. Çaresizlik bir yandan intiharları besliyor ancak diğer yandan ezilenlerin yüreği ve bilincinde düzene ve mevcut statükoya yönelik büyük bir öfkeyi harlıyor.

Dünya halklarının sokağa taşan öfkesi de bunu teyit ediyor.

Burada mesele bir kez daha devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin mevcut konjonktürü nasıl analiz ettiğine, değişim adına ne tartıştığı ve ne yaptığında düğümleniyor. Gezi İsyanı, devrimci, ilerici güçlerin, ezilenlerin gerek toplumsal alanda gerekse de bilinç bağlamında geçirdikleri değişimi anlamanın uzağında olduğunu gösterdi. Gerek bilinç gerekse de örgütsel anlamda kitle hareketinin gerisinde kalan devrimci, ilerici güçler doğal olarak hareketin peşinden sürüklendi.

Ona yön verme, tayin etme hali güncel bir politik tartışma olamadı. Bugün bu gerçekliğin çok uzağında bulunulmasa da atılan olumlu adımlar ile geçmişin tecrübelerine yaslanma avantajına sahibiz.

Gezi İsyanı’nın açığa çıkardığı ve sadece mevcut devlet mekanizmasını, onun siyasal veçhelerini değil aynı zamanda düzen dışı muhalefeti/ devrimci, ilerici güçleri de parantezine alan eleştirel bakışın kodlarına yeniden yoğunlaşmak faydalı olacaktır. Bu mesajların merkezinde birleşik mücadele bahsinde devrimci, ilerici güçlerin taşıdığı zaaflar, içinde büyüttüğü çitler yer alıyordu.

Gezi sonrasında radikal silahlı mücadele bağlamında Rojava’da açığa çıkan siyasal tutum ve örgütsel model o günden bu yana önemli bir birikim yaratarak varlığını sürdürüyor.

Gelinen aşamada tamda Türkiye-T. Kürdistanı’nda söz konusu birleşik mücadele duruşunun pratikleşmesine ve geniş yığınlarla buluşmasına ihtiyaç vardır. Bu düzlemde birçok alanda çeşitli gündemler etrafında atılan olumlu adımların coğrafyamızda da sürdürülmesi ve büyütülmesi gerekiyor.

Savaş politikaları, kriz, işsizlik ve yoksulluk üçgenini görünmez kılmak adına kullanılıyor.

Öyleyse işgale karşı direnişi büyütenlerin bu iki fenomen arasındaki bağı, birleşik mücadele olanaklarını açığa çıkararak ve geniş kitlelere yayarak kurması gerekiyor!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu