DerlediklerimizGüncel

Ayşe Düzkan | üzgün ve öfkeli

"deprem bölgesinde yaşayanlar yaslarıyla ve gündelik hayatlarını idame ettirmekle meşgul ama ülkenin başka yerlerinde insanların ilgisi ve öfkesi ayakta. kayıp çocuklardan[5] kentsel dönüşüme kadar birçok konuda, geçmiş suçlar da saçılmışken teşhir edilecek çok şey var"

maraş depremleri son yirmi yılda iktidar olanların hatalarının, eksikliklerinin, ihmallerinin, çarpıklıklarının nasıl ağır bir yıkıma sebep olduğunu gösterdi. şunu da biliyoruz; bu ilk deprem değil, son deprem de olmayacak. ama umur talu’nun 1999 depreminden sonra “altımız çürük” diyen süleyman demirel’e dediği gibi, “asıl tepemiz çürük”[1] yani coğrafya kader ama felaket kader değil.

bu büyük yıkımı ağır bir ekonomik krizin ortasında yaşıyoruz; aynı hataların, eksikliklerin, ihmallerin, çarpıklıkların bir de pandemiyle birleşince sebep olduğu ekonomik kriz bu. bu yıkımın, önümüzdeki en az on yıl boyunca, türkiye cumhuriyetinde yaşayan halkı etkileyen sonuçları olacak ve bu etkilerin başında fakirleşme geliyor.

türkiye ve suriye halklarının ortak kaderi

savaşın etkileriyle boğuşan suriye’de depremin etkisi belki de daha yıkıcı. bunu katlayan şey abd’nin ambargosu oldu çünkü bütün ambargolar yönetimleri değil halkı zora sokar. ambargonun kaldırılması yönünde çağrılar olduğunu hatırlatarak ve türkiye ve suriye halklarına baş sağlığı ve şifa dileyerek devam edeceğim.

bu mecranın okurlarının bildiği şeyleri tekrar etmek istemiyorum. ama geçmişte, yapıları denetlemeyen, depremin ilk saatlerinden itibaren kurumlarını bölgeye ulaştıramayan, zamanla herhangi bir depreme karşı herhangi bir ciddi hazırlığının olmadığı ortaya çıkan, afet yardımını kâr aracına çeviren devletin, o ortamda herhangi bir konuda itiraz edenleri susturacak kolluğunu, eleştirel tweetleri susturacak mekanizmaları, basın açıklamalarına saldıracak kolluğu hazır ettiğini biliyoruz. enkazdan çıkan değerli eşyaların ve paranın hazineye devredilmesi yetmezmiş gibi, şahıslara ve kamuya ait her türden mülke “kamu” adına el konulmasını ve tabii her türden baskıyı mümkün kılan ohal de ilan ediliverdi; seferberliğe gerek görülmemişken!

ama devletin ilan etmediği seferberliği halk gerçekleştirdi. sol örgütlerden belediyelere, stk’lerden sendikalara kadar örgütlü her kesim, herhangi bir örgütü olmayan ama insanlığı olanlar bölgenin yardımına koştu. düzenli olarak vergi verdiğimiz devletin olmadığı yerde, halk elini birbirine uzattı.

türkiye solunun şekillenmesinde çok önemli olan 1968 kuşağından devrimcilerin her türlü dar zamanda halkın yanında olduğunu biliyoruz. hakkâri’de zap suyu üzerine asma köprü inşaatı, varto depremi ilk aklıma gelenler. o gün yanında durdukları halkın, dar zamanlarında onları korumadığını da biliyoruz ama attıkları tohum o günkü etkisini kat kat aşacak şekilde büyüdü. çünkü halkın yanında olmakla yetinmediler, başka bir siyaset yapma biçiminin mümkün olduğunu gösterdiler. bugün de, deprem bölgesine muhaliflerin desteğinin, hayat kurtarmanın yanı sıra nasıl bir güven oluşturduğuna dair tanıklıklar okuyoruz. o güven, önümüzdeki yıllarda başka hayatları kurtaracak siyaseti, gücü kurmalı, değil mi?

şunu hatırlatmak istiyorum. dayanışmayı yardımdan ayıran, verenle alan arasındaki hiyerarşinin tasfiyesi başta olmak üzere, politik bakışın şekillendirdiği farklı bir pratik olması. bu açıdan, desteğin aile temelinde örgütlenmesinin sorunlu olduğunu düşünüyorum. bu, kadın kurtuluş hareketi ve lgbti+ hareketin topluma yönelik eleştirilerinin, kriz ânında ilk gözden çıkartılacaklar olduğunu düşündürmenin yanı sıra gerçekçi de değil çünkü dayanışmayı örgütleyen yapıların içinde dahi, aile içinde yaşamayan ya da yalnız yaşayan insanlar var. o yüzden hane’nin dayanışma için daha doğru, gerçekçi ve kullanışlı bir birim olduğunu düşünüyorum.

yükü sermaye ve devlet sırtlasın

diğer yandan bu ülkede dayanışmaya ayıracak ne zamanı ne de maddi kaynağı olan yığınlar var, sofralarına ekmeği zor koyuyor, en az 10 saat çalışıyorlar. üstelik deprem bölgesine yardıma gidenler işlerinden atılıyor. önümüzde uzun bir süreç var ve bu yıkımın yükünü, ekonomik krizin belini büktüğü halkın taşıması ne adil ne de gerçekçi. o yüzden yaralarımızı sarmak için de sadece dayanışma değil aynı zamanda mücadele gerekiyor; bu yükü sermaye ve devlet üstlenmeli! çocuk bezi üreten çocuk bezini, konserve üreten konserveyi karşılıksız gönderecek veya göndermek isteyene -örnek olsun- 1 liraya satacak. evet, zarar edecek, biraz da zarar etsin. geçtiğimiz yıl, yüksek enflasyona rağmen birçok firmanın kâr oranlarında artış olduğunu hatırlarsınız.[2] iktidar 128 milyar doları, deprem vergilerini ve ilk ağızda aklıma gelmeyen, akıbeti belirsiz kaynakları nereye harcadıysa yerine koysun.

deprem bölgesinden kilometrelerce uzakta olanlar evlerinde müzik dinlemeye utanırken kârın ve iktidarın peşinde olanlar var. halk dayanışmayla meşgulken siyaset de, “ticaret” de devam ediyor ve yeni suçlar örgütleniyor.[3]

krizler hep fırsat

eğer yapılırsa seçimleri ohal altında gerçekleştirmenin iktidar açısından avantajlarını anlatmaya bile gerek yok.

cumhurbaşkanı, kendisine bir yıl verilirse yıkılan binaları tekrar yapacağını açıkladı! yani talep edilecekler kadar karşı çıkılacaklar da birikiyor. üstelik yeni afetlerin kapıda olma ihtimali yüksek. afetler için alınan tedbirlerin bizatihi kâr aracı haline getirilmesinin dehşet verici aşamalarını teker teker görüyoruz.[4]

insanlık için büyük yıkım anlamına gelen savaş ve afetler dünyanın her yerinde inşaat sektörü için fırsattır. akp iktidarının “parası”, “kasası” olan bu sektörün nasıl ve neler pahasına büyütüldüğünü bu yıkımla bir kere daha gördük. istanbul’da kentsel dönüşüm adı altında rantı yüksek arazilerde soylulaştırma yapıldığını da hatırlatmak istiyorum. sadece müteahhitleri değil, izinleri kimin verdiğini, kararları kimin aldığını, bu mekanizmaların nasıl kurulduğunu da teşhir etmek zorundayız. hiç olmazsa bir daha aynı şeyler olmasın diye.

ama bu yeter mi?

deprem bölgesinde yaşayanlar yaslarıyla ve gündelik hayatlarını idame ettirmekle meşgul ama ülkenin başka yerlerinde insanların ilgisi ve öfkesi ayakta. kayıp çocuklardan[5] kentsel dönüşüme kadar birçok konuda, geçmiş suçlar da saçılmışken teşhir edilecek çok şey var.

geçtiğimiz on yıl boyunca, farklı mecralarda devrimin güncelliği üzerine yazılar, tartışmalar gördüm. bunların çoğu devrimin gerekliliğine vurgu yapıyordu; buna bütünüyle katılıyorum. ancak devrim adı verilecek kadar kökten bir değişimin “güncel” sayılması için çeşitli tarihsel koşulların ve belli bir iradi gücün bir araya gelmesi gerektiğini düşündüm hep. bugün bu tarihsel koşulların olgunlaştığı bir andayız, yirmi yıllık iktidar uçurumun eşiğinde. iktidar gezi’nin ertesinde gördüğümüz kadar saldırgan ancak krizi yönetme konusunda epeyce başarısız. o ama bu noktadan pekâlâ geri de dönebilir. daha önemlisi yerini temel alanlarda benzer politikalar yürütecek bir başka iktidar, adeta bir plasebo alabilir. iradi gücün öneminin başka zamanlardan daha büyük olduğu bir an bu.

hazır mıyız?

gücümüz, enerjimiz yeter mi? sol muhalefetin bölünmüşlüğünün sebeplerini tartışmak istemiyorum. bu durumun daha önce sayısız kere denenmiş “masada ittifak” yöntemiyle de, “mücadele içinde birlik” geçiştirmesiyle de ortadan kalkmayacağının farkındayım. yine de deprem sahasındaki ortaklaşma deneyimlerinin öğreticiliğine ve yol göstericiliğine güveniyorum. diğer yandan aynı işlerin tekrar tekrar farklı güçler tarafından yapılmasının gücü ve enerjiyi ekonomik kullanmamak anlamına geldiği de açık. örneğin şu anda, kim bilir kaç editör aynı haberi, benzer cümlelerle farklı mecralar için kaleme alıyor ve bu ciddi görüş ayrılıklarına da işaret etmiyor. oysa örneğin bu âna, bu sürece tek ve güçlü -ya da en azından daha az sayıda ve daha güçlü- bir/birkaç yayın organıyla girseydik, teşhir olanaklarımız daha fazla olmaz mıydı?

bir seçim ittifakı değil bir mücadele birliği olduğunu okuduğumuz ve böyle olduğuna inanmak istediğimiz emek ve özgürlük ittifakı dayanışmayı ortak bir kurumsallıkta örgütleyemez miydi? dayanışma sürüyor, sürecek ama siyasetin gerekliliği de çok yakıcılaştı. bugüne kadar kullandığımız araçların yetersiz kaldığı bir an bu, yenilerini geliştirmek zorundayız.

hepimiz üzgün ve öfkeliyiz, bir daha olmaması için, bu yıkımın yükünü halka yüklememek, yeni bir ülkeyi eşitlik, özgürlük ve adaletle inşa etmek için, iddiamız, kararlılığımız için ve davamız açısından çok değerli, çok yıkıcı, çok yapıcı bir üzüntü ve öfke bu. tarihe gömülüp gitmesine izin veremeyiz.

27 Şubat 2022

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu