GüncelMakaleler

ANTAKYA | “Kadınlar İşsiz Kaldı, Ne Yapacağımızı Bilmiyoruz!”

"Kadınlar bu küçük kurslarla üretime girmeli bir şekilde. Su ve elektrik verilmez belki ama küçük el emeği şeylerin pazarlanması daha kolay. Başka şehirlerde de pazar alanı kurulmalı ve buradan oraya gidilebilir bence"

Antakya Odabaşı’da depremzede bir çadıra misafir olup kadınların bu süreçte neler yaşadığını aktarmaları için ses kayıt cihazımızı açıp dinledik. Kadınlar depremin başından bu yana yaşadıklarını, çadıra ulaşmanın zorluklarını, şehri terk edemeyişlerini, geleceğe dair kaygılarını bizimle paylaştılar.

Bu kadınlardan Emine şöyle anlattı yaşadıklarını; “Ben depremin ikinci günü AFAD’a gittim, önce asker içeri almadı. O kadar çok tartıştım ve ağladım ki… Küçük bir bebeğim var. AFAD’ın içeri kısmına doğru girerken bir duvar var, oranın üstüne çıktım. ‘Atlayacağım diğer tarafa, beni yetkilerle görüştürün’ dedim ama olmadı. Vermediler çadır veya yardım. Sonra tüp istedik, en son 2 tüp ile geri gönderdiler bizi. Ertesi gün arka taraftan gittik, polislerle karşılaşmayalım diye direk asker, başçavuşun olduğu yere gittik. Kocaman tır çadır boşaltıyorlardı. ‘Ben de istiyorum’ dedim, ‘Hayır size veremeyiz’ dediler. ‘Neden’ dedik; ‘Muhtarlar alıyor’ dediler.

Ben de ‘Bizim muhtarımız yok, umursamıyor’ dedim. Kimse vermiyor çadır yani! Hastam var, çocuğum var yani çadır almak zorundayız. Ama yine de ‘Hayır’ dediler. Ben de ‘Ben devlete vergi verirken gayet iyiydi de şimdi zor durumdayız diye mi bize bir çadır bile vermiyorsunuz’ diyerek bağırdım. Sonra adam baktı ben çok şey söylüyorum, beni ‘Fatih bey’ diye birinin yanına gönderdi. Bu adam çadırların nereye-kime gideceğinin belirleyen kişi. Ona gittim ve bağırdım, anlattım. En son ‘Yarın muhtarla gel, verelim’ diye söz verdiler. Ben de ertesi gün muhtarla gittim ama yine vermediler. Ben de başladım bağırmaya; ‘Siz söz verdiniz, ben de geldim buraya kadar. Siz kendiniz muhtarla gel, vereceğiz dediniz. Ben dediğiniz gibi bireysel almıyorum; muhtarla geldim.’ O gün biz oradayken yani 10 dakika sonrası meğer Süleyman Soylu da gelmiş. Ondan dolayı bizi sonrasında çıkardılar oradan. En son ‘tamam’ dediler, ‘size 40 çadır veriyoruz’ ama tabi o kadar çok bağırdım çadırdım ki en son artık polis gelecekti. 

Ama biz depremzedeyiz, zor durumdayız ve aradan 8 gün geçmiş. En son ‘40 çadır vereceğiz’ dediler. Gittik, dedikleri yerde sadece 20 çadır vardı. Araçlarla gittik, en son arayıp ‘40 dedik ama siz onlara, 20 çadır verin’ demişler. Yetersiz tabi çadırlar. Benim evim ilk depremde sağlamdı ama en son depremde artık girilemez. Eşyalarımız açıkta, muhtarı da tekrar aradım ama olmadı, çadır ihtiyacımızı henüz tam karşılayamadık. Eşyalarımızı evden sonra alamadık, erzaklarımız bile içerde kaldı.

“Öyle bırakıp çekip gitmek de olmuyor!”

Oğlum sınava girecek ama artık eğitim de yok, bırakıp gitsem nereye gideceğim?” diye soran Emine şöyle devam etti; “Her şeyimiz, emeğimiz, yıllarımız burada, öyle bırakıp çekip gitmek de olmuyor. Bize Mersin’i önerdiler ama yurt dediler. Yedinci kat, nasıl kalalım yedinci katta, zaten deprem yaşamışız. Sonra aylık 8 bin TL’ye daireler vardı, bir tanıdık aracılığıyla bulduk ama masraflar bize ait. Bir de zaten Adana ve Kıbrıs depremini de duyduk vazgeçtik gitmekten de.

Bilmediğimiz bir yere gitmek istemiyoruz, kendimizi kaybolmuş hissediyoruz, kendi toprağımızı bırakmak istemiyoruz. Oğlumu Kocaeli’ye kuzenlerinin yanına göndereceğim. 3.5 ay orada kalsın okul için. Bunca yıllık emeği var sonuçta. Başka da elden bir şey gelmiyor. Sizde görmüşsünüzdür, Antakya’da bir şey kalmamış, uzun süre kendine gelmez burası. Okul için aradık müdürü, ‘eğitim yok’ dedi ama prefabrik okul yapabilirler. Bizim okulun bahçesi çok büyük, yapılabilir bu şekilde. Yaa okullar ciddi zarar gördü, inanır mısın geçen sene yeni yapılan ve yeni faaliyete giren ortaokul harabe gibi. Düşünebilir musunuz kendi okulunu böyle yapmış. 1.5 yıllık okul. Demek ki, deprem 3-4 saat sonra olsa birçok çocuk ölecekti o okulda.

İnsanları bile bile ölüme terk ettiler” diyen Emine desteğin süreklileşmesi gerektiğine de vurgu yapıyor ve şöyle diyor; “Bizim buraya zaten üçüncü güne kadar kimse gelmedi. Deprem günü merkeze doğru gittik, insanlar kendi başına bir şeyler yapıyordu. Yurtdışından gelenler de vardı. Dördüncü gün gelen arama kurtarma ekipleri vardı ama devlet direk iş makineleriyle girdi. Bunun üzerine gelenler ‘Bu bir cinayettir’ deyip çekip gittiler. Yani insanları bile bile ölüme terk ettiler. Biz ne Kızılay ne de AFAD gördük! Verilen yardımları da tutup fırlatarak verdiler. Öyle verilince insan utanıyor da almaktan! Bundan sonra nasıl olacak bilmiyoruz. Yardımlar da azaldı. Başta koli koli eşya aldık ama biz kalabalığız, şimdi bir şey alamıyoruz. Son depremden sonra su vb. aldığımız yerler vardı, bireysel gelenlerdi, onlar da çıkıp gittiler.”

 

“Evi tek başıma geçindiriyordum!”

Gidenlerin giderken bile geri dönmek umudu taşıdığının da altını çizen Emine şunları anlattı; “Mesela ben komşumla konuştum, şimdi geri dönüyorlar. Dışardaki hayata tutunamazlar, para yok nasıl yaşayacaklar. Kimsesi yok insanların dışarda, her şeylerini kaybetmişler. Burada insanların çoğu asgari ücretle çalışıyor, dışarda kira sadece 10 bin. Burada çalışan kadınlar, örneğin benim eltim bir fabrikada çalışıyordu. Türkiye çapında büyük bir fabrika ama şimdi iş yok, ödeme yok. Sözde binayı yeniden inşa edecekler ve işçileri çağırılacakmış. Kadın işsiz, eşi de çalışmıyor.

Kira yardımını da bulunduğun yerden gidersen yapıyorlar ama biz zaten daha burada kimseyi görmedik ki! Daha hasar tespite bile gelen olmadı benim evime.

Şu an yapacak hiçbir şey yok. Eltim mesela bekliyor. Erzak aldık biraz onun için ama 1-2 ay idare ettik diyelim sonra ne yapacak, oturup kara kara düşünüyor. Benim de eşim yurtdışında çalışıyordu ama artık gidemez çünkü bu halde bizi bırakamaz. Üç çocuk okutuyoruz, ne yapacağımızı bilmiyoruz. Diğer görümcem de sanayide asgari ücretle çalışıyordu, az önce buradaydı. Onun da işi bitti. Buradaki insanların çoğu kadınlar da dahil çalışıyordu. Ama şu an herkes işsiz.”

Bu arada başka bir kadın sözü giriyor veBenim çalıştığım şirket Antalya’ya taşındı, benim eşim gitmek istemedi. Biz burada işsiz kaldık. Şirket aradık dediler ‘size yardım getireceğiz’ ama daha gelmediler. Başka bir iş olanağı da yok, çalışma yaşamım sonlandı.

Evi ben tek başıma geçindiriyordum. Kızım da çalışıyordu, sekreterlik yapıyordu, 2 bin 900 TL ücretle. Sadece sigortası vardı. 2-3 aydır çalışıyordu ama sonra deprem oldu ve şimdi işsiz. Depremden 2-3 gün sonrası maaş günüydü, aldı maaşını ama sonrasında bir yardım yapılmadı işyerlerinden. Bizim Antalya’ya giden şirketimiz de KYK yurdu mu, otel mi ne bilmiyorum, yerleşmiş ama şimdi geri dönmeyi düşünüyor çünkü ‘boşaltın’ demişler. 15 Mart’ta kadar verilen bir süre, o kadar, 1 ay yani. Biz şirketle gitmek istemedik, gidecek sonra da çoluk çocukla geri gelmek zorunda kalacaktık. Kendi imkanlarımızla çadırımızı kurduk. Emine ile kavga ederek onlardan bir şekilde çadır aldık. Çok şükür diyoruz ama geçim çok zor. Hiçbir şeyimiz kalmadı, evimiz de kalmadı. Artık çadıra evimiz diyoruz (Gülüyor!). ‘Buna da şükür’ diyoruz nefes alıyoruz, sağlığımız yerinde ama tabi yeterli mi? Değil de, ne yapalım! Yarını veya 2-3 yıl sonrasını düşünemiyoruz. Şu an hayatta kalma mücadelesi veriyoruz. Kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalışıyoruz” diye anlatıyor yaşadıklarını.

 “Başımıza ne gelecek bilmiyoruz!”

Son olarak yine Emine’ye bırakıyoruz sözü; “Buranın yeniden inşa edilmesi uzun sürecek. Cumhurbaşkanı Mart’ta TOKİ’ye başlanacak dedi. Tüm uyarılara rağmen başlanacağı söyleniyor. Hatta 22’sinde ihaleler verilmeye başlandı dediler. Cengiz’e verdiler belki de. Başımıza ne gelecek, biz de bilmiyoruz. Sürekli deprem oluyor, sürekli korku ile yaşıyoruz. Çocuklarımız korku ile yaşıyor, çocuklar ‘anne ne olur bir daha olmasın’ diyerek sıçrayarak uyanıyor. Çocuklar bu durumu nasıl atlatacak, biz nasıl atlatacağız, onu da bilmiyoruz. Ben en çok çocuklarımızı düşünüyorum, büyükler bir şekilde toparlanır ama çocukların eğitimi de yarım kaldı.

Buradaki Suriyelilerin de çoğu öldü. Burada ve okulumuzun olduğu yerde kalanlar epey fazlaydı ama çoğu öldü.

Bence şu an kadınlar için küçük kurslar, destek için yani, böyle küçük şekillerde yapılması gerekir. Sonra kadınlar bu küçük kurslarla üretime girmeli bir şekilde. Su ve elektrik verilmez belki ama küçük el emeği şeylerin pazarlanması daha kolay. Başka şehirlerde de pazar alanı kurulmalı ve buradan oraya gidilebilir bence.”

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu