GüncelMakaleler

ANALİZ | İran’da Kaynayan Kazan Halkın Kazanımlarına Dönüşecek mi?

"Arap Baharı sürecinde yaşananların birebir aynısını emperyalistlerin şu an için İran’da uygulaması mümkün gibi görünmüyor. Ancak mevcut rüşvet ve yolsuzluk ağının İran halkının üzerine çökmemesi ve halkın baharının yaşanabilmesi için kendiliğinden hareketlerin örgütlü ve bilinçli eylemlere dönüşmesi elzemdir."

Ortadoğu’da dengeler hızla değişirken önümüzdeki sürecin en etkin öznelerinden birisinin İran olacağı oldukça açıktır. Geçtiğimiz yıl Mahsa Amini’nin “ahlak polisi” tarafından katledilmesinin ardından başlayan kadın isyanı, hızla bütün İran’a yayılmış, İran Kürdistanı’ndaki kepenk kapatma eylemleri İran’ın diğer bölgelerinde işçi ve emekçilerin grevleriyle yankı bulmuştu. Kitlelerin tepkisi, molla rejimine karşı büyürken diğer taraftan İran, Ortadoğu’daki etkisini güçlendirmeye devam etti.

 İran’da genel durum

İran’daki gösteriler İran’ın başkenti Tahran’da 13 Eylül 2022’de “İrşat devriyeleri” olarak bilinen ahlak polisi tarafından gözaltına alınan 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin katledilmesiyle başladı. Amini’nin katledilmesi üzerine memleketi Sakkız’da 17 Eylül 2022’de başlayan eylemler, ülke geneline yayılarak rejim karşıtı eylemlere dönüşmüştü. Aylar süren eylemlerde 10 binden fazla kişi gözaltına alınmıştı. Norveç merkezli İran İnsan Hakları Örgütü’nün (IHR), 9 Ocak’ta yayımladığı rapor sonucu, Amini’nin katledilmesi sonrasında başlayan eylemlerde kolluk güçlerinin saldırılarında en az 481 kişinin daha katledildiği ortaya çıkmıştı.

“Jin Jiyan Azadî” sloganıyla başlayan kadın isyanının kısa sürede kitlelerde karşılık bulup bütün İran’a yayılmasında elbette ki had safhaya ulaşan yolsuzluk, yoksulluk ve anti-demokratik uygulamaların etkisi bulunmaktadır. Amini’nin katledildiği süreçte en az 2 LGBTİ+ aktivisti idam edilmek üzere tutsak edilmişti. Rejime yakınlığıyla bilinen onlarca zenginin ve devlet memurunun yolsuzlukları herkesçe bilinmesine rağmen fetvalarla korunmaya devam etmekteydi. İşçi ve emekçiler pandemi süreciyle birlikte daha yoksul hale gelmişlerdi. Üniversitelerde ve diğer okullarda anti-demokratik uygulamalar ile binlerce öğrenci gözaltına alınmakta ve onlarcası kaybedilmekteydi. Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetler ve inançlar da bütün bu saldırgan politikalardan payına düşeni almaktaydı.

Bütün bunlar yaşanırken 2013 yılı itibariyle İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar anlamında birçok değişiklik oldu. Nükleer programını durdurması için başta ABD olmak üzere batılı emperyalistler tarafından İran’a uygulanan yaptırımlar nedeniyle ciddi bir kriz yaşanmıştı. Rejimin o dönem attığı adımlar sonrasında ABD dışındaki emperyalistler yaptırımları kısmen de olsa durdurmuştu. O günden bu yana yaptırımlar dönem dönem yeniden gündeme geldi.

Ancak İran bu yaptırımlar karşısında Rusya ve Çin başta olmak üzere birçok ülkeyle işbirliğini artırma yoluna gitmişti. Bu işbirliği sayesinde İran’da tıbbi cihaz ve ilaç sektörü, tekstil, halı ve deri sektörleri, otomotiv ve yedek parçası ve lastik sektörü, mobilya, elektrikli ev aletleri, petrokimya, plastik ve kozmetik sektörleri gibi birçok sektör büyümeye de devam etti. Bu büyümeden tabi ki, halka düşen yoksullaşma oldu.

Aynı zamanda silah ve savunma sanayine büyük yatırım yapan İran, Ukrayna-Rusya savaşı başta olmak üzere birçok yerdeki savaş ve çatışmalarda kullanılan yeni sürüm dron ve silah teknolojilerini piyasaya sürdü. Bu silah ve dronların bir kısmını İsrail’in kendisine yönelik saldırılarında ele geçirdiği İsrail menşeili silah ve dronlardan melezlenelerek üretildi. Kısacası İran kendine uygulanan ambargoya rağmen teknolojik alanda da ilerlemeler kaydetti.

Bu süreçte İran, aynı zamanda ABD’nin bölgede güç kaybetmesi ve işbirliklerinin zayıflamasını fırsata çevirdi. Rusya ve Çin’le yaptığı yeni anlaşmaların yanısıra Irak’ta Haşdi Şabi üzerinden yaşanan çatışmaları fırsata çevirerek etkisini artırdı.

Rusya’nın ısrarlarıyla gerçekleşen TC ve Suriye görüşmelerinde rol almaya başlayan İran, Yemen’deki ve Lübnan’daki çalışmalarıyla yalnızca ABD’yi değil İsrail’i ve Avrupalı emperyalistleri de tedirgin ediyor. Diğer bölgelerde güç artırırken İran’ın Azerbaycan’la olan ilişkileri Karabağ’ın işgali ve Zengezur Koridoru meselesi nedeniyle gerilmiş durumda.

Geçtiğimiz Eylül’den beri devam eden kitle eylemleri şimdilik hız kesmiş gibi görünse de zindandan yeni çıkan avukat Nasrin Sotoudeh geçen hafta CNN’e verdiği demeçte, “Protestolar biraz azaldı ama bu insanların artık öfkeli olmadığı anlamına gelmiyor. Onlar hala rejim değişikliği istiyorlar” ifadelerini kullandı. Ki bu durumu artan ve sıkılaşan yasaklardan doğru görmek mümkündür. Halkın haklı öfkesini kendi çıkarları için kullanmaya çalışan burjuva partiler ve hatta devrik Şah Pehlevi ailesinin üyeleri de demokrasi maskesi takmış halkı kendi saflarında yedeklemeye çalışıyorlar.

Tüm bu durum içerisinde, 44. Devrim Baharı kutlamaları İran rejimi tarafından bir şenlik havasıyla servis edilmeye çalışılsa da ülkenin genelinde süren rejim karşıtı eylemler devam ediyor. Kitleler başkent Tahran da dahil olmak üzere birçok şehirde, 1979 İslam Devrimi’nin yıldönümünü anan hükümet pankartlarını ateşe veriyorlar. Kitlelerin öfkesinin önüne geçemeyen rejim, sürekli olarak “dış güçlerin kışkırtması” olarak yaftalayarak itibarsızlaştırmaya çalıştığı halk hareketine karşı baskı ve yasaklarını sıkılaştırıyor. Yasakların çerçevesi burjuva medya tarafından neredeyse sadece başörtüsüne indirgenerek verilmeye çalışılsa da grev ve boykotların önüne geçecek yeni yasaklamalar birbiri ardına geliyor. Aynı zamanda sendikalara talimatnameler gönderilerek rejime yardımcı olmamaları halinde çeşitli yaptırımlarla tehdit ediliyorlar.

 ABD ve İsrail’in, İran’a karşı işbirliğine ek Fransa

Araya Saddam, Afganistan veya başkaca dönemsel öncelikler girse de, ABD açısından İran düşman listesinde en üstlerde ve en uzun süre kalan konumunu kimselere kaptırmadı. Obama döneminde gerilimi daha az gösteren bir nükleer anlaşma yapılmış olsa da Trump’la birlikte uzlaşı rafa kalktı. Tabi bu süreçte İsrail ABD’yi hiç yalnız bırakmadı. İran, Hamas ve Hizbullah’a verdiği destekle ve bölgede ABD karşıtı politikalarıyla emperyalizmin bölgedeki koçbaşı İsrail’in hedefi olmaya devam ediyor.

İsrail, İran topraklarında yalnızca istihbarat faaliyeti yürütmüyor, topladığı istihbaratla stratejik saldırılar da düzenliyor. Son aylarda ABD ile birlikte düzenledikleri hava saldırılarında hedeflerinden bir tanesi de İran’ın uzun yıllardır üzerinde çalıştığı yeni saldırı ve savunma sistemlerini açık etmesini sağlamaktı. Ki, bu saldırılarının ardından İran “Eagle 44” adını verdiği yer altı hava üssünü tanıttı.

Bu güç gösterisi devam ederken diğer yandan ABD gündeme sürekli olarak Ukrayna’da kullanılan İran yapımı kamikaze dronlarını getiriyor ve İran’ın “terörist gruplara verdiği destekle küresel bir tehlike” olduğu propagandası yapıyor. ABD’nin “küresel tehlike” tanımı şüphesiz güç kaybettiği sömürge ve yarı sömürgelerinde artan İran-Rusya-Çin etkisinden geliyor. Aynı zamanda İsrail’in düzenlediği hava saldırılarındaki rolünü de inkar etmeye devam ediyor.

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın ABD’nin arka bahçesi olarak kabul edilen Latin Amerika’da bir tura çıktığı ve yeni işbirlikleri için adım atmaya hazır olduklarını belirttiği böylesi bir dönemde, ABD’nin bu saldırılardaki rolünü inkar etmesi dikkat çekici bir yerde duruyor.

Geçtiğimiz haftalarda Panama Kanalı’ndan bir İran petrol gemisinin geçişine izin verilmesini istemeyen ABD’ye rağmen bu geminin geçişine izin verilmesi de dikkatleri çeken bir başka gelişmeydi.

ABD’nin “küresel tehdit” çığlıklarına geçtiğimiz hafta Fransa’dan yanıt geldi. Burjuva basında yer alan haberlere göre Fransa Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna’nın ABD’li mevkidaşı Antony Blinken arasındaki telefon görüşmesinde iki bakanın ilki İran olmak üzere Ortadoğu dosyalarını ele aldıkları ve Tahran’a “uluslararası yükümlülüklerine (nükleer dosyadaki) geri dönme ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile kapsamlı ve tam iş birliği yapma çağrısını yoğunlaştıkları” bildirildi.

Şarkul Awsat’a verdiği bir röportajda İran’a karşı “iddianame” hazırlanmasından bahseden Colonna, “Paris, bölgede ve dünyada ‘nükleer silah elde etmesini engellemek’ veya ‘istikrar bozucu faaliyetlerine karşı durmak’ açısından Tahran’la yüzleşmeye kararlı” ifadesini kullanmıştı. Ancak Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalarda da açıkça görüldüğü üzere mesele sadece nükleer çalışmalar değil aynı zamanda İran’ın geliştirdiği füze sistemleri.

Bunların yanında Fransa ile İran arasındaki bir başka konu da İran tarafının çoğu casuslukla ilgili olmak üzere çeşitli suçlamalarla yedi Fransız vatandaşını tutuklamasından kaynaklanıyor. Fransa, İran vatandaşlığına sahip olanlar da dahil olmak üzere vatandaşlarını ‘devlet rehinesi’ olarak görüyor.

Din kardeşiyle araya fesat mı?

Son iki yıldır Azerbaycan ve İran arasında süren gerilim son haftalarda özellikle tırmanmaya başladı. Ermenistan’ın Syunik eyaletinde açılan konsolosluk Azerbaycan ve TC ortak planı Zengazur Koridoru planına karşı ataktı. Bununla birlikte uzun yıllardır devam eden ve Şiilik üzerinden kurulan “din kardeşliği” söylemi Azerbaycan tarafından açıkça ihlal edilmeye başlandı. Bunun içinde elbette Artsahk işgali ile TC ile daha da üst boyuta ulaşan “iki devlet bir millet” işbirliğinin etkisi yoğun. Zira uzun yıllardır Güney Azerbaycan denilen ve İran kontrolü altında olan bölgeden bu kadar ateşli biçimde bahsedilmemişti Azerbaycan tarafından.

Ancak İran’ın Artsakh’ın işgaline karşı koyduğu tutum ve ardından Zengazur Koridoru’na karşı yaptığı atak işleri bir anda Aliyev’in deyimiyle “Azerbaycan, yurt dışında yaşayan Azerbaycanlıların hak ve özgürlüklerinin, güvenliklerinin sağlanmasına özel önem vermektedir. Biz, kaderin hükmüyle Azerbaycan’dan ayrı düşen soydaşlarımızın dilimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi korumaları, tarihi vatanlarıyla bağlarını hiçbir zaman koparmamaları için çabalarımızı sürdüreceğiz” boyutuna getirdi. Bu elbette bir anda olmadı. Türkiye’nin desteğini arkasına almadan Azerbaycan’ın böylesi bir adım atması mümkün değildi.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi telefonda Aliyev’e “ilişkilerin düşmanlarca bozulmasına izin vermeyeceklerini” söylemesine rağmen Azerbaycan Tahran’daki konsolosluğuna yönelik saldırının SAVAK tarafından kışkırtıldığını iddia etmeye devam ederken, İran tarafından da bu saldırı önce “öfkeli bir adamın tepkisi”ne indirgenmeye çalışıldı. Ardından ise bu saldırının da “dış güçlerce” örgütlendiği ve hatta “arkasına şer odaklarını alan Azerbaycan” tarafından İran’daki Azerileri kışkırtmak için örgütlendiği iddiaları yayıldı.

Bu senaryoda hangisinin doğru olduğunu tahmin etmek güç ancak Azerbaycan’ın bölgedeki pazarlıklarda kendisine daha büyük pay alabilmek için TC, İsrail ve ABD ile girdiği işbirliklerinden uzun vadede çok da karlı çıkabilmesi mümkün değil. En nihayetinde İran’a karşı tavır alırken başka kan emicilerle girdiği bu ortaklıklar kendisine dönecek ve bunun faturası da daha önceki faturalarda olduğu gibi Azerbaycan halkına kesilecektir.

Bu hamle durumu değiştirir mi?

Böylesi bir süreçte İran’ın Suriye, TC ve Rusya görüşmelerine dahil olması elbette ki tesadüfi değildir. R.T.Erdoğan ve şürekası ile kurulan yolsuzluk ilişkileri Reza Zerrab davası ile bir biçimde sekteye uğramıştı. Aynı zamanda “büyük abinin” TC’den “beklentileri” ve İran üzerindeki yaptırımları gibi nedenlerle ilişkiler uzunca bir süredir oldukça çalkantılıydı. Üzerine Artsahk’ın işgali ve Zengazur Koridoru da gelince İran’ın ekonomik anlaşmalar dışında bir hamle yapması gerekiyordu.

TC medyası İran’da başlayan halk ayaklanmalarını bir süre oldukça canlı ve heyecanlı biçimde verdi. Normalde haberini yapmayacağı Türkiye içinden kadınların İran’la dayanışma eylemlerinin bazılarını dahi verdi. Bunlar çeşitli işaretlerdi. Halk ayaklanması dış güçler tarafından başlatılmamış olsa da “bölgesel maşalar”ca İran’a karşı bir şekilde kullanılıyordu. İran da TC’nin elini sıkışık hale getirmek için rejimle olan sıkı ilişkilerini kullanabileceği böylesi bir masada yerini almış oldu.

Bu durum elbette Rusya ve ABD’nin vekalet savaşlarından ve İran-Rusya-Çin ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Rusya bir yandan TC ile yeni anlaşmalar yapmaya çalışırken diğer yanda TC’nin ABD ile ilişkilerini pazarlık malzemesi yapmasından rahatsızdı. Böylelikle yeni bir denge mekanizması da oluşturmaya çalışıyor.

Irak, Suriye ve Yemen başta olmak üzere İran’ın Ortadoğu’da milis gruplarıyla dahil olduğu savaşta önemli bir rolü var. Bu rol elbette düşmanlarınca iç çelişkilerinin kullanılması anlamına da geliyor. Diğer yandan halk ayaklanmaları sürerken İran içerisinde bu halk ayaklanmalarını devrime dönüştürecek öncü bir güç henüz kitleler içerisinde örgütlü değil. Kürt ulusal özgürlük hareketinin belirli bir etkisi olsa da içinde bulunduğu savaşta cephe genişletmek işine gelmediği için şu anda İran içinde “Jin, Jiyan, Azadi” sloganıyla simgeleşen halk hareketlerine öncülük yapacak pozisyonu alamıyor.

Halkın demokrasi taleplerini yazının başında da belirttiğimiz gibi kendi çıkarlarına kullanmaya çalışan çeşitli odaklar mevcut. Şu an için somut kazanımlara dönüşmemiş olsa da eylemlerin devam etmesi kısa sürede bazı hakların kazanılmasıyla sonuçlanabilir. Özellikle de “dış güçlerin” bu denli İran’a yüklendiği durumda bu mümkün görünüyor.

Bununla birlikte molla rejiminin Ortadoğu’da el güçlendirmeye çalışmasının çeşitli sonuçları olacak ve mevcut halk hareketleri devrimci bir öncüye kavuşamadan böylesi bir süreçte bastırılırsa kayıplar daha da ağır olacaktır. Arap Baharı sürecinde yaşananların birebir aynısını emperyalistlerin şu an için İran’da uygulaması mümkün gibi görünmüyor. Ancak mevcut rüşvet ve yolsuzluk ağının İran halkının üzerine çökmemesi ve halkın baharının yaşanabilmesi için kendiliğinden hareketlerin örgütlü ve bilinçli eylemlere dönüşmesi elzemdir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu